33’üncü Saat

İşte, ömür günümden bir saati daha doldurdum. Muhtemelen ben gibi ama ben kadar delirmemiş bir adamın icadı şu takvime göre elbette. Felsefi açıdan varlığı hiçbir anlam ifade etmese bile kullanmayı seviyorsunuz… işte o yüzden bir 19 Mayıs gününü daha mantıktan payı olmasa da geride bıraktım. Tüm ülke kutlamalar yaparken ben yaşlandığımı aynadaki görüntümle birlikte anlam arayarak geçirdim.

Evet, şu anlamlar. İnsanlar hep böyle yaparlar. Her bir şeyin altında anlam arar, dururlar. Hayatları böyle geçerken, hayatlarını kaçırırlar. Benim nasibime, yakaladım şu hayatımı iki yakasından, iliştirdim birbirine, sıkıca… kayıplarım çoğaldı. Elim serleşti, kalbim taşlaştı, ruhum sığlaştı, hislerim sessizleşti. Rüzgarım soğuklaştı, fırtınam duruldu!.. Vaktim olsaydı bunu 13,5 Milyar yıl daha anlatırdım.


Zaman göreceli. Görebilene… hatalar çok basit, hatasızlık çok zor. Günahlar çok basit, masumluk çok zor.

Evet, zaman görecelidir, yaşadıklarından arda kalanlar yüklenir sırtına, iyileri de vardır kötüleri de. Önemli olan ne kadar iyi hatıra biriktirebildiğindir. Eğer duygularını dinlemeseydin canını yakan anılar daha az olurdu. Eğer sevmeseydin, aşk daha az yakardı canını.

Evet, anılar zamanla daha çok can yakar, çünkü artık o hatıraların içinde özlemler de vardır. Tekrar yaşamak isteği bir yana, yaşayamayacak olmayı bilmekte ayrıca can yakar. Ve bu acılar, bu anılardan uzaklaştıkça zamanla doğru orantılı katlanarak artar, kanatarak acıtır. Ve bunun için kimsenin elinden hiçbir şey gelmez. Ayrıca bu çaresizlik de insana acı verir. Bunu binlerce kez anlattım şu şiirlerle ama yetmedi sana ve saat 04:12, yine bir şair bir şiirle şöyle anlatır;

Hatıralar bir kıvılcım,
özlemek bir yangın,
zamanla sıçrar uçlarına
tüm vücuduna,
yakar,
yakar,
yakar…
zamanla büyür yangın,
denizlerin buhar olur,
söndürmezsin,
nehirlerin kurur,
söndürmezsin,

bu acıyı
cılız gözyaşlarıyla,
dindiremezsin…

Ve büyüdü çocuk,
soğuk bir İstanbul akşamında,
büyüdü çocuk adamlığa,
yürüdü çocuk,
soğuk bir hasret denizine.

Ve büyüdü çiçek,
yeşillendi,

büyüdü çiçek,
beyaz yaprakları yansıttı güneşi,
boynuna ömürler adandı,
uğuruna şiirler yazıldı,
büyüdü çocuk,
bir kadının şairi oldu,
büyüdü çiçek,
yeşillendi.

Yazar durur asırlardır şairler, asılanlarını, astıklarını, aksaklıklarını, asık suratını, bin-bir parçalarını, paramparçalanmışlıklarını.


Henüz hiç geçmedi zaman!

Şu kozmosa göre zaman hiç geçmedi, bizim için geçmiştir, içim geçmiş uyutmuştur beni sende, seni sende bırakmıştır, bazen kırmıştır, karmakarışıklaştırmıştır ve beni sana sıkıştırmış, kalbim sana sıkışmıştır, dünyaya sıkılmıştır. Özlemlere alışmıştır, öyle ya, özlemeyi öğrenmeseydi nasıl özleyebilirdi ki?

Bak, artık usluyum, duruldum, öyle ya, durulmam derdi de şu dalgalar, şimdi mavi bir çarşaf gibi örtüldü denizimin üzerine. Dizlerimin üzerine düştüm toslayıp-toslayıp senden duvarlara… Geride çok ben bıraktım morglarda, zamandan etiketler var morarmış parmak uçlarında…

Ama kaybettim, kaybettin… öyle ya, kaybetmeseydik nasıl bilebilirdik kıymetlerimizi, tıynetlerimizi, vaktimizin değerini, nasıl bilebilirdik ki vakitsizliği? Vakit öyle değerlidir ki…

Bak şair, henüz hiç geçmedi zaman ama artık 3 gün düşünüp lütfediyorsun bir iki cümleyi… bak, artık efsanevi cümleler değil amacın… bak, artık sevgini anlatacak kelimeler aramıyorsun… bak, artık canın burnunda değil… bak, artık öğrendin sevmenin ne demek olduğunu. Bir oğlun oldu.

Hepsi yavaşça bir-bir birden oldu. Ol’duran Ol’durdu. Çünkü zaman böyledir!

#OD | Bendeniz * Henüz hiç geçmedi vakit!