Aslında Hayat

Yaşadığımız evrene bakın… gözlerimizin görebildiği kadar uzakta ve bildiklerimiz doğrultusunda doğru, kesinlikten uzak hatta kesinliğin yanından bile geçmiyor.

Nasıl oluyor da nefes alıp veriyoruz, ne oldu da şimdi buradayız? Kesin bir bilgimiz yok, çoğu zaman bir patlama eseri, şans üzerine burada olduğumuz söyleniyor, ilahi kuvvet hiçe sayılarak. Oysa bu teori ihtimal üzerine kuruluyken nasıl oluyor da İlahi kuvvet devre dışı kalıyor? Kesin bir bilgi yokken…

Yaşadığımız evren 13.5 Milyar yıl yaşında, Güneşimiz doğalı yaklaşık 4.5 milyar olmuş ve evrimin milyonlarca yıl gerçekleşmesini bekleyerek ancak buraya kadar gelebildik ve nasıl geldiğimiz hakkında en ufak bir bilgimiz bile yok neredeyse…

Peki ihtimalde olsa dünya da hayat varsa, diğer gezegenlerde de hayat olabilir mi? İhtimalli hesaplarsak %99,99 var… ancak işte %00,01’lik orandan dolayı kesin var diyemiyoruz, kesin yok da diyemiyoruz. Şimdi sayısız ihtimalden kesinlikten uzak da olsa birkaç tane sıralayalım…

  • Eğer yaratıcı bunca yıldızı ve gezegeni sırf dünya için yaratmadıysa, diğer binlerce gezegende de yarattığı hayat vardır ama kesin değil.
  • Teknik olarak bizimde uzaylı olduğumuz bu uçsuz bucaksız kainatın donuk gezegenleri, gazbulutları, nebulalar ve her şeyi öğüten karadelikler muhtemelen başka yaşamların temellerini atıyor olabilir ama kesin değil.
  • Neden Sebep ilişkilerine dair teorilerden yola çıkarsak bizden daha eski medeniyetler şu an yaşıyor olabilir hatta miatlarını doldurup dünyaları yok olmuş olabilir ama kesin değil.
  • Yeryüzünde henüz açıklanamayan ve insan elinden olduğuna az ihtimalle inanılan yapıtların dünya dışı varlıklar doğrultusunda yapıldığı doğru olabilir ama kesin değil.

Öyle ki haberlerde, kitaplarda ve bazı aykırı insanların yalan söyledikleri ya da doğru olduğunu iddia ettikleri ufolardan bahis açarsak, kimse olmadıklarını kanıtlayamıyor, kanıtladıklarını iddia ettikleri kanıtlar ise bir şekilde ortadan kayboluyor ya da bir türlü inanılamıyor.

Bu nedenle kesin diyemiyoruz… bir şeyi görememek olmadığına işaret olmadığı gibi görmek de olduğuna işaret değildir. Ve bunu şöyle açabiliriz;

Aslında her şey frekanslarla ilgili, diğer varlıkların duyduğu sesleri duyamıyoruz örneğin bir köpeğin işittiği sesi biz duyamıyoruz hatta insanlar farklı yaşlarda belli bir frekans aralığında ki sesleri duyabiliyor ya da duyamıyor.

Ses aynı ortamda iken iki kişiden biri duyduğunu iddia ederken, diğeri duymadığını iddia ediyor. Öyleyse iki kişiden birine göre ses yok, diğerine ise var.

Renkler de böyle diyebiliriz, frekanslarla beynimize iletilir, yani sesler gibi ama bir şekilde biz onları birbirine karıştırmayız, ışığı az yansıtan pigmentler daha koyu renkte olurken, ışığı çok yansıtan pigmentler daha açık renkte olurlar… Öyleyse aslında ışık olmasa renk dediğimiz farklılık olmayacak o halde ışıksız bir ortamda bazı şeylerin var olduğunu ya da olmadığını savunmak gibidir bilmediklerimiz hakkında yürüttüğümüz teoriler.

Kim bilebilir? Kendiliğinden bölünebilen tek hücrelilerden hayat var olabiliyorsa onca zorluğa rağmen, uzay gibi sonsuz ihtimalin var olduğu mutfakta yeni bir şeyler pişiyor olabilir.

 

Yazar Hakkında

Türkiye’de okur-yazar oranının %6’larda dolaştığı 21. yüzyılda sorgulama mekanizmalarının çalışmamasını sorgulamak oldukça gereksiz, biliyorum! Buna rağmen gündeme dair sessiz kalmak vicdanımın gürültüsünden uyumama izin vermiyor. Bu sorguları/tespitleri bırakalı uzunca bir zaman olmuştu aslında ve aslında ara-sıra gelip bir şeyler yazıyordum, şimdi bütün kinimi ve nefretimi kalemime alıp, yeniden yazmak istiyorum…

Ve bana engel olabilecek tek kişi yine benim…