Bin Yıllık Özlem

Bin yıllık özlem!
Ölümsüzlükle ölümün kavuşamaması gibi.
Şu gökyüzünün mavisinden fışkıran binlerce yağmur damlası, aynı gökyüzünden yıldırımlar.
Mavi, Sen sevdiğin için mavidir ve kahverengi de öyle.
Kahve Etkisi, biraz Süveyda, Ay’ın 14’ü ve Nazen’in…
Haberim yokmuş.

Kimsenin gücü yetmez Aşk’a.
Aşk’ın zamana…
Bin yıllık özlem!

Büyük Britanya’nın soğukluğu var gözlerinde. Bu buz gibi esen rüzgarlar İstanbul’da, O’nun eseri. Yine de Güneş’imden sıcak özlem!

Burası benim kalp evim ve hoş geldin.
Ne güzel bir mihmansın Sen.
Aslında, Dünya Sana misafirdi.
Ellerinin dokunuşlarına hasret kalacağı güne kadar, çok yalnız şimdi o köprü.
Çok sular aktı altından, geçti zamandan… Aniden ve birden gitti.

Bu karamsarlığın bende can bulmuş hali. Aşk’ın Sen’deki haliyle denktir.
Haliyle saçma sapan yazdırır şimdi.
İşin aslı, aslında bilmiyor olmaktır.
Sana binlerce dörtlük yazsam da, okunmayacak olması ve benim bunu biliyor olmam.
Aslında bilmiyor olman da benim kaderimin bir cilvesi.
Sillesi ağır Aşk’tan kemikleri sızlatan dokunuşlar.
Savurur rüzgar yaprakları, ben arasında sararıp solan.

Ne zamandı bilmiyorum.
Zamanı biliyorum da, kıyaslanır mı zaman Sen’inle onu bilmiyorum.

Bendeniz Oğuzhan Deniz!
Sen’i gördüğümden beri Sen’deyim.
Deyim yerindeyse Sen’leyim.
Değilse de Sen’im.
Sesini duyduğumdan beri Sen’cilim.
Bu konuda oldukça bencilim.
Sesini kıskanacak kadar da deliyim.
Hatta Sen’i gören her göze sinirliyim.
Başka herkese, başka herkesin sağır sultanı benim.

Anlamadın değil mi?
Anlamak kâr etmez kimi zaman Aşk’ta.
Anlamsızlık olur evin de anlamazsın.
Sen anlamazdın, ama ben yazardım yine.
Sen okumazdın, ama ben yazardım gene.

İstanbul’a inat, her bir semte, Galata’dan tut da Haliç’e.
Boğazın esen Sen rüzgarlarına.
Sen bilmezdin, ama ben yazardım işte.

Bu hayatımın en güzel zamanı, bileğim güçlü, sesim güçlü, öfkemi öldürdüğümden beri sakinim kendime. ”Ama” var yine de kelimelerin arasında.


AŞK’I BİLMEYENLERLE ÇEVRİLMİŞ ETRAFIN!

Onlar hiç farkında değiller, Güneş’in Dünya’ya kan torbası olduğunun mesela, Ay’ın Medcezir’ine nasıl kurban olmak istiyorsa doğa, aynı öyle. Ve böyle değil aslında insanların gördükleri. Onlar Güneş’in kokundan beslendiğini bilmiyorlar. 600 Milyon ton kaybederken her gün kilosundan bilmem kaç milyar yıldır, benim ondan farkım olmadığını bilmiyorlar etrafında dönüp dururken. Öyle ya, Güneş’in dönmemesi gerek aslında böyle pervane. Ya  da ne bilirsin Sevgili, öyle yüzyıllardır yerinde durmak nedir bir Güneş için? Sırf dünya var olsun diye, öyle ya, ne bilirsin Sevgili, insanlar sevmediklerini umursamazlar, oysa benden başka kimsen yok Sen’in.

Uzaklığında,
yakın olduğunda,
dünyama çok yaklaştığında,
donma evresindeyken ben,
Sen beyaz tenli Güneş olana dek.

Ben’den başka kimsen yoktur Sen’in.
Sen’i ben gibi sevemezler.
Saçlarından ben gibi koklayamazlar.
Onların ciğerleri yetmez Sen’i solumaya.


ONLAR BANA HİKAYECİ DİYORLAR!

Anlattıklarım sahi değilmiş gibi sahiden.
Hani o sahil kenarında ilk defa pişman olduğunda, benim heyecandan durakları kaçırmam…
Ve her öğlende sesini duymak için çırpınışlarım.
Benden küçük olmana rağmen Sana olan hürmetim.
Hani gözlerimi Sen’den alamayışım.

#OD | Sevgiliye Mektuplar * Ve kavuşamamışlardı onlar!