Bir Damla Sen

Bir Damla Sen. Bilirim! İnsanlar anlamamak üzere kurulu makinelerdir. Her gün aynı efsanevi halleriyle takılıp, pervasızlıklarından yüksünmezler. Bende bu insanlar gibiyim, onlardan hiç farkım yok zihnim dışında. Onlara benzedikçe kararıyor yüzüm, endişe yüreğimi sarıyor, kendim olmaktan uzaklaşıyorum… utanıyorum…

Biliyor musun; Sen anlaşılmak istedikçe insanlar anlamayan gözlerle bakarlar… ve kendini anlayamazsın bunca insanın kirli görüntüleri arasında. Kendini eleştirip, özgürlüğünden vazgeçtiğin anlar olur.

Anlaşılmayan satırlar karalamak değil amacım… ama ne yaparsam yapayım, anlaşılmamak oluyor meziyetim. Sen’i üzdüğüm için üzgünüm. Ben böyle birisi değilim, biliyorsun beni. Çok iyi tanıyorsun beni aslında.

Beni, ruhunun serin sularında bulabilirsin. Oradayım, Sen’in ruhunda, yalnız, bir başına, sahildeyim… sahildeki bankta oturuyorum, elimde bir kalem bir kağıt… Çoğu zaman Aşk’tan bahsediyorum, Aşk’a ait satırlar tüketiyorum ömrümden, her birini kalbimin nefes yokuşlarından yukarıya koşarak çıkarıyorum, heyecanlıyım, kalp atışlarım sayılmayacak kadar hızlılar, oradayım, ruhunun serin sularının kıyısında. Dalgalar çarpıyor, Bir Damla Sen bulaşıyor üzerime… Bu satırlardan sıkılıp, Aşk’ı resmediyorum karakalemin kömür izlerinden… yeni siluetler var edip, Yaratıcımın üflediği ruhundan var etmek istiyorum bilinmezleri.

Kimi zamansa olağan üstü şeylerden bahsedip, sanki ilk defa keşfetmişim gibi şaşırıyorum beni dinleyen insanlarla birlikte… Düşüncemin durmak bilmeyen mekanizması, çok yorgun.

Düşüncenin uçsuz bucaksız oluşunun farkındayım. Sende farkındasın bunun…

Bir Damla Sen var şimdi avuçlarımda, sabahın bu soğuk ayazında yüzümü yıkayıp, gözlerimi açıp, gürültülü soluğumla nefesimi veriyorum, ayna buğulanıyor ruhumun ateşinden… Kalbim, kanımın buhar makinesi gibi atmaya devam ediyor. Soğuk marleyler üzerinde yürüyüp, ayaklarımı üşütüyorum.

Her gün aynı yerdeyim… oralarda bir yerlerde.

Öğle yemeğinde sigara ve çay eşliğinde gökyüzünü seyretmek istiyorum. Bu nazeninin farkında olmayanlar görüş açımı kapatıyorlar… Ben de dünden razıymış gibi saçma sapan kahkahalar atıp kirletiyorum manzaramı. İnsanlar bana acıyan gözlerle bakıyorlar, aynı insanlar Sana da aynı gözlerle bakıyorlar. Bakışlarında küçümseme… dudaklarının boşluğundan yararlanıp, dikkat çekmek için ağız dolusu farklılık kusuyorlar. Bu farklılığın bir ederi yok. Farkındalar, farkındasın… Benliğin ise bütün ağırlığı ile ensende oturup, sonraki kelimeleri zihninde kurgulaman gerektiğini fısıldıyor. Onlar ise boş durmuyorlar, nefeslerinin soğukluğundan buz kesmiş kelimeler saplıyorlar kulaklarına.

Hak etmiyorsun ama hak ediyormuşsun gibi davranıyorlar. Ve çoğu zaman Sen’de bu hataya düşüyorsun, gözlerinden Bir Damla Sen dökülüyor sonra…

Yürüyüp, gidiyorsun kendinden… aynı anda nefret ettiğin kendinden… neden böyle olduğuyla ilgili bir fikrin yok, uzaklara gidiyorsun… benim gibi…

Ruhunun serin kasabasındayım gene… denize çok yakın, havada akşam üstü gökyüzünün kızıl kan deryası… Martılar çığlıklarıyla dolanıyorlar tepende, şehrin fon gürültüsü ile tıslaması… Bir gitarın sesine eşlik etmesi kadar yalın…

Yürüyüp geçiyorum kendimden… Bir Damla Sen var şimdi ağızımın içinde… yutkunuyorum.

Nazlı adımlar atıyorum zamanın koridorlarında ölüme doğru… Ölüme yürüyorum her geçen saniye ama hiç bitmeyecekmiş gibi kısa adımlarım. Kollarını açmış bu simsiyah karanlık beni bekliyor, oysa ben hiç oralı değilim… Saatin tik-tak sesi haykırıyor aslında her an ölümü… Yaklaştığından bahsedip, vazgeçmem gerektiğini söylüyor… Pürüzsüz teninin serin sularındaki kasabadayım yine, bankın tahtalarına bıçakla kazınmış derin çizgiler, orada oturmuş Aşıkların baş harfleri. Kimisi ölümü kucaklamış, kimisi birbirinin ölümlerini yaşamış. Yaşıyorlar ama birbirinin ölümlerini tatmışlar…

İşte böyle anlarda, ‘’anlamsızlık’’ çıkıp geliyor. Elleri bomboş… bakışları bomboş… yüreği bomboş…

Bir Damla Hüzün bile yok etrafımda, onların, gözlerinin etrafında alaycı bakışların yer ettiği derin çizgiler. Umursanmadığını hissettiğin an, her şey anlamsız… Ben kimim ve bu insanlar da kim böyle… Neden buradalar, ne yapıyorlar, kimler?

Şu Diyarın Umurumda Olan İki Bitkisi, Çay ve Tütün… Ciğerimi kirletip, efkarlı bir şoför gibi sarılıyorum hayatımın direksiyonuna… kiminle karşılaşsam bu trafikte, ağızlarında küfür, laçkalaşmış suratlar… seslerindeki korna gürültülerinden başka bir şey değil, ruhumun kanser olması bundan sanırım.

Hadi, gökyüzüne bakalım birlikte, o an birbirimizin ne düşündüğünü düşünmeyelim, kimin ne düşündüğü de önemli değil. Gökyüzüne bakalım sadece, martıların süzülüşünü, ölüme atılan nazlı adımları da düşünmeyelim, sadece gökyüzüne bakalım, karamsar bulutları seyredelim. Bulutlardan şekillerde çıkarmayalım, sadece gökyüzünü seyredelim. Anlamsız gelse bile seyredelim.

Birkaç dakika fırsat verelim ruhumuza, nefes alması için!

#OD | Sevgiliye Mektuplar * Bir Damla Sen