Bir Gün

-Merhaba, hoş geldin...

Merhaba.

-Nasılsın? Nasıl hissediyorsun?

İyiyim…

-İyisin, bununla yetineceksin yani bu gün yine, öyle mi?

Kötüyüm.

-  (...) Neden?

İkisini de kabul etmiyorsun, iyiyim diyorum, yetmiyor. Kötüyüm diyorum, o da olmuyor. Nasıl olduğumu anlatabilecek, tek kelimelik bir dil yok sanırım.

-Ben de gerçekten kötüsün sandım.

Kötü olmasam sanırım burada olmazdım.

-Burada olmak senin için kötü bir şey mi?

İyi bir şey de değil… Normal, ne iyi ne de kötü. Sanırım nötr kelimesinin Türkçe’deki en iyi karşılığı “normal” olsa gerek.

-Ama gerçekten nasıl olduğunu anlatabileceğin binlerce kelime var. Sadece onları kullanman gerekiyor.

Nasıl doğru olduğumu anlattığım milyarlarca kelime var. Yazdım ve öylece duruyorlar. Kimsenin umurunda değil, birisinin umurunda olması için de yazmadım gerçi!

-Bazen seni anlamakta çok güçlük çekiyorum biliyor musun?

Ben beni anlamakta çok sık güçlük çekiyorum, yeni bir şey değil.

-Yani anlamıyorum, seninle bir doktor diliyle bile konuşmuyorum, bir arkadaşın gibi yaklaşıyorum, ama seninle yaptığımız tüm seanslarda sanki buraya dışarıdan ben gelmişim gibi yabancılık çekiyorum. Bu odaya, bu masaya... Kendi odama, kendi masama bile yabancılaşıyorum.

Bunu nasıl anlamalıyım, bilemedim. Aslında benim kimseyle, hiçbir şeyle problemim yok.

-Evet, zaten olması gereken bu.

Hayır, aslında benim herkesle, her şeyle problemim ve hatta problemlerim var.

- (...) Başlayalım diyorsun yani. Peki o halde. Anlat bakalım, neymiş bu problemler.

Neresinden başlayacağım ki? Nelerden bahsedeyim?

-Özgürsün, nelerden bahsetmek istiyorsan bahsedebilirsin.

Bilmiyorum, böyle olmak zorunda değil. Böyle olmamalı diyorum kendime. Ölümü çok fazla düşünüyorum ve ölümü yaşamaktan daha çok seveceğime eminim ama buna rağmen korkuyorum. Geride bıraktıklarımdan korkuyorum, geride bırakacaklarımdan korkuyorum.

Okkalı bir öleyim bile diyemiyorum, çünkü kendimden vazgeçemiyorum vazgeçemediklerim yüzünden.

Aslında sorgulama mekanizmam doğru çalışmıyor, bunu kabul ediyorum. Çoğu zaman bir arkadaş ortamında bana anormal gelen şeylerin neden anormal geldiğini ve arkadaşlarıma neden normal değil de anormal gelmesi gerektiğinin anlatma ve örneklendirme savaşlarına giriyorum. Aslında girmemem gerekiyor, aslında herkes benim gibi düşünmeli, yani benim mantığım doğru demiyorum, mantığını çalıştırmalı diyorum. “Nedensellik İlkesi” yada “Kötülük Tanımı”, nasıl olabilir de insanlar kötülük yapabilir anlamıyorum, kötülük yapmamaları için kötülüğün kötü olduğunu anlatmak için hangi kelimeleri, hangi örnekleri vermeliyiz, vermeliler bilmiyorum. Kimse okumuyor mu? Kimse okumuyor mu’dan ziyade, kimse düşünmüyor mu? İşte şu aklımın size göre bozuk çalışmasının arkasında bu sorular çalışıyor.

-Herkes iyi olmak zorunda değil!

Lütfen, bu şekilde düşünüş “bağnaz” bir düşüncenin eseri değil de nedir?

-Bunun neresi bağnaz? İnsan özgü...

Bunun neresi özgürlük?

-Bitirmedim ki!

Ve bu gidişle bitiremeyeceksin. Biliyor musun? Benim sana değil de senin bana ihtiyacın var sanki. Çünkü algıladığın dünya tamamen saçma sapan düzenlerin üzerine kurulmuş.

-Peki, sen söyle o halde!

Sinirlenmene gerek yok.

-Sinirlenmemek elde değil seninle konuşurken.

Biliyor musun ben de kendime çoğu zaman kızarım. “Neden boş vermiyorum ki hayatı?” diye sorarım da sorarım. Sonra boş veririm de gerçekten, birkaç gün hayat benim için tozpembe oluverir. Yok olur diğer insanlar, önemi kalmaz kimsenin. Dolaşırım saçma sapan, yürürüm de yürürüm… Ama sonra içimden bir ses der ki “Burada ne yapıyorsun böyle?” yani neden burada olduğumu sorar bana… Özellikle bu ses son zamanlarda senin sesinle seslenir bana.

Sonra yine o garip düşüncelere ve içinden çıkılmaz şeylerin içine düşerim. O yüzden de buraya gelirim. Yani geliyorum, getiriliyorum yada gelmek zorundayım.

-Ama bu şekilde yaşanmaz.

Bende aynı fikirdeyim.

- (...) Seninle bir gün yer değiştirelim ister misin peki? 

Nasıl olacak o?

-Sen benim doktorum olacaksın, ben de senin hastan... Sen bana sorular soracaksın ve bende sana cevaplar.

Aslında çok daha güzel olur.

-Başla o halde. Merak ettiğin, yada sormak istediğin ne varsa sor.

Tamam, sorayım. Bana bir gününü anlatır mısın?

-Anlatırım... Sabah kalkarım, dişlerimi fırçala...

Kaçta kalkarsın?

-Saat 8'de uyanırım.

Peki, devam et.

-Sonra dişlerimi fırçalarım... Hazırlanırım, kahvaltımı yaparım, sonra evden çıkar ve buraya gelirim. Sonra Semra hanım seanslarımın listesini verir... Her hafta sizi arayıp gelip gelmeyeceğinizi soran kişi. Sonra liste bana gelir ve kahvemi listedeki insanlarla günün nasıl geçeceğini düşünürüm. Sonra ilk seansım başlar. Sonra akşam olur ve evime gider, yemeğimi yer, kitabımı okur ve uyur, temiz bir uyku çekerim.

Sanırım senin için en zor geçen günlerden birisi Cumartesi olur.

-Genelde evet, çünkü seninle konuşmak gerçekten zor. Bazen sabrımın son anlarına geldiğim oluyor.

Bunu yüzünden de okuyabiliyorum, her ne kadar yansıtmamaya çalışsan da görebiliyorum.

-Sende, söylediklerimin hiçbir karşılığı yok.

Olmaz, muhtemelen de olmayacaktır, çünkü senin bir günün benim bir günümden çok farklı geçiyor ama bana bugün burada olmasaydın nerede olurdun, onu söyle mesela.

-Burada olmasaydım, evimde olurdum herhalde, arkadaşlarımdan biriyle de görüşüyor olabilirdim. Tam olarak bilemiyorum.

Peki, gerçekten olmak istediğin yer neresi mesela onu söyle bana…

- (...) hımm.

Bunu düşündüğüne göre aslında sende burada olmak istemiyorsun. Bunu yapmak istemiyorsun, senin de çizgilerin var işte bak!

-Nasıl yani?

“Burada olmak isterdim” deseydin eğer, yani düşünmeseydin, o zaman burayı sevdiğini ve olmak istediğin yerin gerçekten burası olduğunu anlardım. Çünkü ben sana “Burası dışında olmak istediğin yer neresi?” diye sormadım, “Peki, gerçekten olmak istediğin yer neresi?” dedim ve sen burayı otomatik olarak hariç tuttun zihninde. Çünkü gerçekten burada olmak istemiyorsun.

-Bu biraz kandırmaca gibi oldu.

Ama senin soruların da böyle işte. Kandırmaca gibi. Ya da normal addettiğin ne varsa çoğu normalmiş gibi de ben sağlıksız düşünüyormuşum gibi o konu üzerinde, öyle davranıyorsun. Peki gerçekten olmak istediğin yer neresi?

- (...) bilmiyorum, aslında şimdi annemin yanında olmak isterdim. Çünkü onu çok özledim ve uzun bir süredir de görmedim. Babamı da çok özledim.

Ailen burada değil ve sen burada yalnız yaşıyorsun, bazen korkuyor ve geceleri uyuyamıyorsun değil mi? Kendini çok savunmasız hissediyorsun, çünkü sana gerçekten zarar vermeyecek kişiler onlar.

-Evet... Ama vaktimiz doldu. Sonra devam edeceğiz bu konuya maalesef.

Hayır, hala vaktimiz var ve sen bundan kaçıyorsun. Çünkü kendini kandırıyorsun, aslında normal olmadığını anlamaya başladın hayatının. Bu düzenin, burada benimle konuşmakla vakit kaybettiğini, diğer insanlarla konuşarak hayatına aslında hiçbir şey katmadığını sadece başkalarının yükleri altında ezildiğini keşfettin. İzlediğin televizyon prog

- (...) lütfen.

ramlarının, telefonundaki sosyal medya uygulamalarındaki profillerinin ve sana ait olarak hissettiğin ne varsa aslında hepsinin sana ait olsa da bir anlamı olmadığını anla

- (...) yeter, lütfen.

dın…
Anlayacaksın doktor hanım, aslında kendine itiraf edeceksin.
Kendini kandırmaktan vazgeçeceksin.
Bu günlük bu kadar, geldiğin için teşekkür ederim.

- (...)

Görüşmek üzere…

#OD – 7 | Seans 15