Bu Son Gece

05:37. Bu sende sabahladığım son geceydi. Artık buralı değilim, aslında hiç olmamıştım. Seni seviyordum ama sevdiklerim yüzündendi tüm sevgim. Sevdiklerim bir-bir gidiyorlar ve benim seni sevmek için bir nedenim kalmadı. Elbette özleyeceğim seni ama senden daha ağır özlemlere dayanabiliyorum… birkaç milyon kez tecrübe ettim ve bu özlemden ölmüyorum.

Gözümü açtığımda seninleydim. Sahilinde simit yedim, martılara attım… Aylak-aylak dolaştım yollarında, bazen beş parasızdım üstelik. Bazen kucak açtın bana, bazen azarladın, üzdün! Ve hatırlıyorum, ilk defa burada yürüdüm, ilk defa burada aşık oldum, son defa burada.

Hala dün gibi aklımda mavi önlüğüm ve beyaz yakalığım… hala dün gibi aklımda mavi hırkam ve üzerine sinen misk kokusu cennetten… Hala hatırlıyorum ilk yediğim tokadı ve ilk attığım tokadı. İlk defa senin gökyüzünde görmüştüm Ay’ın tutuluşunu ve Güneş’in gölgelenişini de öyle.

İlk defa senin duvarlarına ismimi yazmıştım, mahlasımı karalamıştım gecenin kör vakitlerinde. İlk defa kendimi senin bahçelerinden birinde zehirlemiştim ve hiç sonuncusu olmadı bu zehirlenişin. İlk defa burada gülmüştüm, ilk defa burada ağlamıştım… ne var ki kalbimdeki bıçak kesiğini senin tam aksi istikametinde açmışlardı… o zaman henüz gençtim. Oysa güçlü hala bileğim… Oysa kazanmış olmama rağmen kaybetmiş gibi hissediyorum… ve böyle gidiyorum.

Galata’da bir cenaze!

Bilirsin, ben o sahili severim. Yüzlerce şiirimi orada, eksi bilmem kaç derecede yazmıştım ve yazdığım gibi denizin dibini boylamışlardı… Ne yazık hislerime! Sabah martıların eşliğinde bir cenaze bırakıp ardımda evime dönmüştüm.

Ne çok yerde ölmüşüm!

Üsküdar’da, Haliç’te, Galata’da, Halıcıoğlu’nda, Bayrampaşa’da ve Topkapı’da birkaç cenazem duruyor üzerinde gazete kağıtlarıyla. Gazetelerde komik manşetler vardı hatta. Hatta bizim şair birkaçını anlatmıştı Aşık Efendi nezdinde. Ne güzeli değil mi?


Her şeyin kötüsünü düşünmek kalbimin değil zihnimin zoruyla! Evet, öyle olduğunda daha az üzüleceğimi düşündüm ama öyle değildi hiçbir zaman ve bu bariz kendimi kandırmaktı. Yine de vazgeçmedim bu karanlık ve karamsar felsefeden… Beni eritip, bazen tanınmaz bir hale getirdi. Oğuz Mumu yandıkça yandı ve ne hikmetse sönmedi.

Bu karamsarlığım da senin yüzünden oldu. Akşam 5’te kararan ve kömür kokan gökyüzünden içime, ciğerlerime işledi. Ve umursanmak istemiştim aslında sadece. Sabah 5’te soğuğa aldırmadan çıkıp dolaştığım yollarında ayyaşların saçma-sapan türkülerini bile dinledim. Neler görmüş gözlerim, neler işitmiş kulaklarım… İnanması gerçekten güç.

Ne var ki artık arkamda kalıyorsun! Sende hala kıymetlilerim var, annem, babam, kardeşim ve sevdiklerim hala senin koynunda uyuyorlar. Ve elbette martılarım! Nedendir bilmem ama ben onları ve itici çığlıklarını severim.

Hani derler ya “hayatımı anlatsam roman olur” diye, hayatımı bilmem ama “seni anlatsam roman olur” gerçekten. Ve benim ömrüm seni anlatmaya, sende ölenleri defnetmeye, sende doğanların kulağına ezan okumaya yetmez… Her güzel şeyin sonu vardır derler, işte o hesap. Sonunda gitmek üzere gelmiyor muyuz zaten bu dünyanın yeryüzüne!

Evet, gitmek üzereyiz!

Sevdiklerimin bazılarını aldın benden. Sevgimi aldın mesela ama kızgın değilim sana. Sen benim için bir öğretmendin. Şu dilimin kuvvetinin bir kısmı senin sayende. Dost dediklerimi yoldan çıkardın, yar ve yaren dediklerimi yuttun! Afiyet olsun.

Dedim ya, her şeyin kötüsünü düşününce o şey başıma gelince üzülmem diye. Yani daha önceden söylemiştim, aslında hiç öyle olmadı! Her seferinde kapanmaz yaralar açıldı kalbimde. Ve ben bunları kendi seçimlerime değil de sana bağlayarak her defasında suçu sana attım! Elbette senin de suçun vardı, bu kadar güzel olmayabilirdin mesela. Sabahın bu vaktinde beni böyle yazdırmayabilirdin mesela. Kim bilir içimde sana karşı ne kadar isyan vardır ve kim bilir kaç isyanı bastırmış, kendimi susturmuşumdur.

Böyle olmalıymış!

Evet, böyle olmalıymış. Ben ihtimallere inanmam… her ne kadar “Aşık İhtimali”ni yazmış olsam da. Evet-evet ben ihtimallere inanmam. Çünkü ihtimaller saçmadır. Seni böylesine güzel kılan şeyin arkasında rastgelelik olamaz. Bunu iddia eden ancak delidir!

Düşünsene, Dünya, Güneş’e tam olarak olması gerektiği kadar uzaklıkta. Ve Ay’da aynı şekilde, hani şu medcezir olayı… hayatın var olabilmesi için ne kadar da önemli bir olgu aslında. Ve tüm bunların bu önemde nizam bulması ve bu nizamın senin kadar güzel bir kıtayı doğurması rastgele olamaz… Ve bu kıtanın ve Asya Kıtasının Kuzey Batısında sabaha karşı 5’te gözlerimi açtığım dünyanın ve o dünyanın en güzel kadınını da doğurma ihtimalin sıfırdır. Öyle ya, Güneş’in doğacağını bilirsin ama emin olamazsın, işte bu böyle bir güçlü bir bilgi.

Şükürler olsun ki, yazdığım her şeyin arkasında bir mantık, bir felsefe ve bir ilim vardı. Hepsinin kaynağına şükrettim. Senin varlığına da şükrettim.

Ne var ki böyle olmalıymış, şimdi benim gitmem ve senin kalman gerekiyor. İstesen de peşimden gelemezsin artık ve istesem de peşimden getiremem seni artık. Yollarım sana geliyor, yollar seni bana getiriyor… Aramızdaki mesafeler artık seçtiğimiz yollara bağlı.

#OD | Bendeniz * Oğuz gider, adı gider!