Çok Dolmuş Benim İçim

Mecnun diye bir adam var…
Bilirsin.
Aynı zaman diliminde olsaydık.
Adı tarihe karışamazdı.
Gerçi bilinmez…
”Aşk’ın bu yüzyılda dünyaya ayak basmış haliyimdir.”

Olabilir mi?
Olamaz Azizim.

Bazı anlamlar vardır.
Yaşam – Ölüm
gibi.

İşte Azizim,
Yaşamak Sen’sin.
Ölmek ben.
Ölmek Sen olsan,
ben yaşamam.

Oysa ne var ki elimde ”yaşamaktan” başka?

Sana ”Sen” nedir diye sorsam…
Ne dersin bana?

Bana sorsan. Yani bana sorsan…
Her defasında ”Sen” cevabını alırsın.

Sen, cevabını bilmediğim sorusun.
Sen, uyumadan önce aklıma takılan neyse, O’sun.
Bilirsin. Uyutmaz.

Şimdi Sana Aşk dolu bir cümle daha;
”Sen’i Sevmek, Keyfi değil Ben’de, Mecburi.”

Çok dolmuş benim için ”Sen” diye.

Bu çok masumca.
Bu çok çocukça.
Bu Sen’in anne olman.
Bu benim Sen olmam.

Şimdi bir misal getireyim Sevgili…
Hani küçük bir çocukken, ellerimizi yumruk yapıp, karşımızdakine sorardık; ”Bil bakalım elimin içinde ne var?”
Karşımızdaki de bir şeyler söylerdi.
Sonra açardık ellerimizi, içi bomboş.
Sonra gülerdik.

Şimdi Sana sorayım Sevgili…
”Bil bakalım kalbimin içinde ne var?”

Hani bir de kartopu oynardık da
ellerimizi buz keserdi soğuktan.
Ama umurumuzda olmazdı.

Söyle Sevgili!
Üşümek ya da yanmak,
umurumda mı Sen’ce?

Bir şey daha Azizim,
şimdi geldi aklıma.

”Ben, ”Sen” koleksiyonuyum.
Ben Azizim. Ben var ya,
Tamamen Sen’im.”

Sen konuşuyorsun, her şey susuyor zihnimde.

Sen’de konuşmuyorsun ya,
sağır oldum sanıyorum.
Kendi kulağımı kalbime yaslamış gibi
net duyuyorum kalbimin ”Sen” atışlarını.

Olsun Azizim…
Yaşadığımın delili.
Sen’sizlik olsa bile.