Din Adamları

İslamiyet, ne güzel şeydir İslamiyet… Temizliğe götürür inananları…

İnanç kalbin temelidir, insan bir şeye inanmak zorunda hisseder her zaman kendini, bu sadece dini olarak, yani bir yaratıcının varlığını esas almakla da ilgili değildir… hemen hemen her zaman söylenen ve ya bize getirilen şeylerin doğruluğu konusunda zihnimiz bize inanıp, inanmayacağımız doğrultusunda karar vermemizi yadsır.

Yani inanacak mıyız, yoksa inanmayacak mıyız? Bu kodlama dilinde ki evet/hayır olgusunu çağrıştırır. Evet ya da Hayır, ortası ise olabilir demektir.

Din, tartışılacak, su götürecek kadar arada olan bir olgu değildir. Varlığı konusunda ne kadar şüpheci davransanız da, ya da ateist insanların anlattıkları gibi rastgelelik üzerine kurulu bir düzene içinizden ”evet ya haklılar aslında” deseniz de kesinlikle ve kesinlikle ”Din” vardır.

Din olacak ki, ”Din Adamları” da olsunlar… Bu konuyu öyle su üstü geçmek olmaz, çünkü insanlar inanışlarıyla ilgili olarak sonunda ceza ya da sevaba erdilirler. Bu nedenle şakaya gelmeyecektir.

Din Adamları bir nevi mahkemelerdeki şahitler gibidir. Bir insan hakkında iddia edilen suçlamalara ”Evet – Suçludur” ya da ”Hayır – Suçlu Değildir” şeklinde Hakim’i ceza ya da beraat uygulamasındaki nihai sonuca götürecektir.

Burada çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü verilen kararla ki bu kararın verilmesindeki en büyük etken ”sizsiniz” ceza ya da beraat uygulanacaktır. Doğru ve ya yanlış bir şekilde şahitlik ederseniz, suçlanan kişi ”İdam Cezasına” çarptırılarak elindeki yegane varlığı olan ve başka kimse tarafından verilemeyecek olan yaşamından olacak, ya da kişi suçluysa, sizin şahitliğiniz doğrultusunda suçlu olsa bile hala ”Serbest” bir şekilde belki de yeni suçlara yelken açmak üzere yaşamına devam edecektir.

İşte din adamları tam olarak bu şahitler gibidir. Dini bir konu hakkında verilen kararlarla diğer insanların hayatlarını etkilerler ve bu etkiler bazen inanılmaz sonuçlar doğurabilir. Haçlı Seferleri gibi milyonlarca kişinin öldüğü savaşlara, Şii Tarikatında olduğu gibi ölümle sonuçlanan ”Toplu Yas Günlerine (İnsanlar kendi sırtlarına demirden tellerle vururlar ya da satırlarla kendilerini keserler)” dahil olurlar.

Bir konu hakkında kesin bir bilgi yoksa, yapılan işin neticesine bakılarak yararlı/yararsız netice neyse ona göre hareket edilmelidir. Temelde mantık bize bunu söyler.

Yani elinizi ateşe uzatmak sizin için zararlıdır ve bu yüzden elinizi ateşe uzatarak kendinizi yakmazsınız.

Mantığını anladığımıza göre şimdi Türkiye coğrafyasında çoğunluğun inandığı İslam dinine bağlı olarak yaşanan çeşitlilikleri de göz önünde bulundurarak bir analiz yapalım.

  • İslamiyet; Temelde tek Tanrıcılık dinidir. Bir yaratıcının varlığını yani Allah’ın varlığını bize söyler ve ona inanmamızı, gönderdiği peygamberlere ve kitaplara inanmamızı söyler. Bunun dışında herhangi bir dini rituele kulak asmamamız ve uzak durmamız söylenir.

Buna örnek vermek gerekirse, ”Ateş Dansı” islam dininin herhangi bir dini uygulamasında yer almaz, aynı şekilde ”Nevruz”da öyledir. İnsanların ateşlerin üzerinden atladığı bu uygulama araştırıldığında ”Zerdüşt”lerden kalma bir uygulama olmasına rağmen ananevi bir şekilde hala uygulanmaya devam edilir.

  • Hristiyanlık; Allah’ın dini tek olduğundan yani İslamiyet olduğundan Allah’ın bize emrettiği inanış biçimleri arasında Hristiyanlık yoktur. Bu nedenle bu öğretilerin her birisi bizim için yanlışlanabilir süzgecimizden geçerek sonuca ulaşmalıdır.

Eğer Kuran-ı Kerim bize; ”Allah doğmadı ve doğurmadı, O’nun bir oğlu yoktur” diyorsa yoktur. Bu nedenle İsa Peygamberi Allah’ın oğlu olarak kabul etmemizin mümkünü yoktur.

  • Yahudilik; Yahudilik de, Hristiyanlık gibi sonradan değişime uğraşmış dinlerden olduğu için bize Kuran-ı Kerim’in ışığında ilerlerken yardımcı değil zararlı olacaksa, bu öğretilere de uymamızın mümkünü yoktur.

Peki Din Adamları Neler Yaparlar?

Elbette herkes kendi doğrusuna göre yaşıyor ve ona göre hareket ediyor. Ancak, eğer bir toplumun yöneticisi iseniz, ya da belirli bir kesime sözünü geçiyor ve o toplum içerisinde yer alan kişiler sizin söylediklerinize göre hareket ediyorsa, sizin doğrularınızın doğru olduğunun kesinliği olmadığı gibi toplumlarca insanın da yanlışa sürüklemişsiniz demektir.

Elbette bunun dini açıdan bir çok kötü yönü vardır, aldatmak, saptırmak, kesin olmayan bir şeye kesinmiş gibi sarılmak ve aksinin iddia edilmeyeceğini savunmak gibi. Bu eylemler gerçekleştirilirken baştaki kişinin yani söz sahibi kişinin niyetinin kötü olmadığını bile varsaysak, yine de kesinliğine emin olmadığımız bir konu hakkında hüküm vermek diğer insanlarında yaşantılarını etkileyeceğinden doğru değildir.

Şu an nasıl Müslümanlar yani Kuran-ı Kerim’in ışığında yürüyenler Hristiyanlık, Musevilik gibi din diye adlandırılan öğretilere inanmıyorlarsa, aslında İslamiyet içinde aynı şey geçerlidir. Elbette bu durum Kuran-ı Kerim için geçerli değildir. Çünkü kaynak olarak sağlamlığının irdelenebilir tarafı yoktur.

Dünyada ki tüm din adamları kendilerinin verdikleri hükümler doğrultusunda bir sonraki nesile miras bırakırlar, bu miraslar arasında kesinliği tartışılır bilgilerde mevcuttur.

Örnek vermek gerekirse, ”Namaz kılmayan kişilerin 80 bin yıl cehennemde azap görecekler”i söylenir. Ancak buna Kuran-ı Kerim’den referans getirmek zordur. Çünkü Kuran’da açık bir şekilde ”Namaz kılmazsanız 80 bin yıl yanarsınız” şeklinde bir bilgi yoktur.

Bunun gibi bir çok örnek sadece incelememiz için bizi beklemektedir. Elbette çok okuyan ve her şeyi araştıran bir toplum olmadığımızdan ve bize ne söylenirse onu yaptığımızdan bu durum için artık biraz geç kalınmış demektir.

Çünkü insanlar din alimlerinin söylediklerine körü körüne inanmakta ve ona göre davranmaktadır ya da tam zıttı.

Örneğin, genelde ramazan ayında televizyonların tümünde reyting yüzünden tam bir Allah sevgisi sergisi görürsünüz. Her kanalda iftar saatlerinden önce dini konuşmalar, hikayeler ve fıkıh ilimleri anlatılır… aynı şekilde sahur öncesi ve namaz saatine kadar olan süre içinde geçerlidir bu.

Ama ne yazık ki ramazan ayı bittikten sonra her şey eskisine döner, televizyonlarda çıplak kadınlar cirit atar, insanların özel hayatları magazin programlarında sergilenir ve daha ne kadar ayıp varsa resmedilir.

Din adamlarının elbette burada bir payları yok ancak onların paylarına düşen şeyleri zaten kısacık bir zamanda yani yılın bir ayı kadarında yerine getirirler.

Örneğin, Vahşi‘nin hayatı anlatılır. Öyle anlatılır ki sanki anlatan kişinin O’nun yanından geldiğini sanarsınız, allar pullar öyle servis eder, Peygamberimizin Amcası Hamza için de aynı şey geçerlidir, öyle anlatılır ki anlatılanların yanlış olduğuna kesinlikle inanmazsınız ya da bunu sorgulamazsınız bile… anlatan kişi bir de ağlıyorsa, o zaman vay haline inancımızın, kesin inanmalıyız sonucu çıkar bundan ve inanırız da körkütük.

Ve bu anlatılanlar hakkında tartışmalar doğar neticesinde, iki din alimi birbirinin söylediğinin zıttını düşünüyorlarsa, o zaman devreye ”Reddiye”ler girer. Aynı sistemi rap müzikte ”Diss” başlığı altında görebilirsiniz.

Din Adamlarının birbirlerine yaptığı Reddiye’ler ise tam bir çukurdur;

içerisine girdiğiniz zaman kendinizi kaybeder ve neye inanacağınızı şaşırırsınız. Hangisinin doğru olduğuna bir türlü inanamazsınız, çünkü siz, Kuran okumadınız… Kuran okumadığınız içinde anlatılan masalların ya da verilen hükümlerin gerçek mi doğru mu olduğunu anlayamazsınız.

Haliyle önünüzde iki seçenek kalır;

Birincisi; kendinizi hangi hocaya daha yakın hissediyorsanız onun tarafını ve düşünlerini benimsersiniz… daha yakın derken, aynı memlekettensinizdir, aynı şekilde sakal bırakmışsınızdır, annelerinizin ismi aynıdır ya da babalarınızın ya da aynı futbol takımını tutuyorsunuzdur.

İkincisi; İki din adamına inanmayıp, bu konu hakkında inançsızlığınız üzerine devam edersiniz yaşamınıza, ya da bütün bu kargaşalardan sıkılarak toptan vazgeçersiniz inanmaktan.

Zaten Allah’a inanmayan kişiler genelde bu karmaşadan dolayı inanmazlar, kimisinin içinde vardır gerçi, ne yaparsanız yapın, doğruyu da söyleseniz o inanmaz ama ona yapacak bir şey yok zaten.

Şimdi gelelim yine Din Adamlarına;

Bu şekilde reddiyeleşmek yerine, tartışmak ve birbirlerine hakaret ya da hicivleme diye üstü kapalı laf sokmak yerine; bir araya gelip, Kuran-ı Kerim’i açıp, tartıştıkları mevzuda ortak yol edinseler de bunca kişinin, bunca toplumun aklını karıştırmasalar mesela… Ne güzel olmaz mı?

Hristiyan, Yahudilik ya da İslamiyet diye bir din kalmaz, Onun yerine sadece müslümanlık kalır, sadece Allah’a inanan ve ona şirk isnat etmeyen bir toplum kalır.

Ne diyelim, bilgisizlik ve cahillikle cezalandırılmış bir topluma Allah yardım etsin, o din adamlarını da İslah etsin ki insanlara doğruyu anlatsınlar ya da insanların anlamayacağı bir konu hakkında hiç tartışmasınlar.

Peki Din Adamlarına İnanmazsak Neye İnanacağız?

Çok basit; Kuran-ı Kerim’e, eğer Kuran-ı Kerim’de bahsi geçmeyen bir konuysa, bu durumda mantığımız devreye girecek ve tartışılan konu hakkında doğurulacak olan sonuçlar analiz edildikten sonra eğer zararlı bir konu ise ondan vazgeçeceğiz, değilse yani yapmamızda İslamiyet açısından herhangi bir mahsur yoksa yapabileceğiz. Eğer hiçbir şekilde kendinizi tatmin edemiyorsanız Allah’a sığınarak ”Kalbinize” inanınız.

Selam ve Sevgiyle.

 

Yazar Hakkında

Türkiye’de okur-yazar oranının %6’larda dolaştığı 21. yüzyılda sorgulama mekanizmalarının çalışmamasını sorgulamak oldukça gereksiz, biliyorum! Buna rağmen gündeme dair sessiz kalmak vicdanımın gürültüsünden uyumama izin vermiyor. Bu sorguları/tespitleri bırakalı uzunca bir zaman olmuştu aslında ve aslında ara-sıra gelip bir şeyler yazıyordum, şimdi bütün kinimi ve nefretimi kalemime alıp, yeniden yazmak istiyorum…

Ve bana engel olabilecek tek kişi yine benim…