Geçmemiş Geçmiş

Ahlâl’im, işte yine buradayım. Saat sabahın 6’sı, çay ve sigara içiyorum!

Sana biraz bizden bahsedeyim istedim. Çünkü geçmiş, çoğu zaman geçmemiştir. Yokluğun acısı böyledir. Varlık geçip gitmiş, yokluğun acısı geçmemiş, içimizde bir yerlere demirini atmıştır. Ve gitmez kalbimizden.

O gün noeldi. Ve ben noellere inanmam!

Her ne kadar üzerimizden geçmiş olsa da epeyce zaman… Ben hala aynı benim. Hala aynı kötümser/pesimist adamım. Bütün gün çalışıp, hala neden çalıştığımızı sorguluyorum. Sonunda cevabımı bulamayıp içime dönüyorum. Ve hala aynı şarkıyı dinliyorum.

Dustin O’Halloran — We Move Lightly

Ahlâl’im, elimden tek gelen şey yazmak zaten. Bazen öyle içten yazıyorum ki, birinin ölmüş olmasına ihtiyacım olmaz. Çünkü zaten içimde kendini bir şekilde öldürmüştür yazdığım kişi. Yine de ben cenazesine giderim, görevimi yerine getiririm. İşte bazen öyle yazar #OD ve artık ben ona #Meftun diyorum.

Ve yazdıklarım hala bir kitap olamadı.
Ve yazdığım şiirlerden hiçbiri şarkı olamadı.

Kısacası Ahlâl’im, yazdıklarım her ne kadar bir taşa vicdan kazandıracak muhteviyatta olsa da insanlar bu hissiyatta değildir. Sen ve ben değersizleşir, önemsizleşiriz. Yine de yağmurun altında ıslanmaktan vazgeçmeyiz.

Yan tiersen “comptine d’un autre ete”

Biraz beklemelisin! Çünkü müzikleri gözlerin kapalıyken dinlersen, senin notolarına dönüşür ve ihtiyacın olan tüm huzuru çıkarabilirsin içinden!

Yusuf! O da babasından ayrı kalmıştı. Ve ben Yusuf’la ilgili çok güzel sözler biliyorum. Bu yüzden kendime bazen #Yasef diyorum.

“Hiç mumdan bir kayıkla alevden bir deniz geçilir mi?”
Hz.Yusuf

Eğer birine Yusuf diyorsan, aslında onu yıllarca özleyeceğini kabul etmişsindir demektir. İşte, O orada ve sen buradasın. Ben buradayım. Tıpkı güneş gibi, dünyamıza tam olarak olması gerektiği kadar uzaklıkta. İşte bu da olması gerektiği gibi.

Ben alevden bir Oğuzhan Deniz, sen Ahlâl’im, mumdan bir kayık.

Jargon

Şu an öyle güzel yağıyor ki yağmur, çatıma düşen her yağmur tanesinin gürültüsü ayrı bir şarkı olacak kadar güzel. Buna rağmen yağmurları artık eskisi kadar sevemiyorum galiba. Sanırım toprak kokusunu duyamadığım için artık sevemiyor olmamın nedeni…

Bana anlattıklarının hangi birisini “en güzeli” olarak seçebilirim bilmiyorum. Bazen bir hikayenin argosunu, jargonunu bile en usturuplu şekilde, başka bir şekilde söylemeyi akıl edemeyeceğim dilde anlatmış, yazmış, çizmişsin. Öyle ki, bu bir sanat… Evet evet, sen bir sanatsın. Ama Sanatçın benim.


Gülüşüme aşık olan birinin olmasını isterdim!

Muhtemelen bunu isteyen ilk kişi sen değilsin Ahlâl’im, muhtemelen son olmayacaksın. Bence birinin ağlayışına aşık olmak daha değerlidir. Çünkü gülüşlere hep aşık olunur, sen ağlayışlara aşık olanları istemelisin ki, hıçkırıkların geçenin örtüsünü yırtarken, gözyaşlarınla yıkayıp yüzünü, güneşin doğmasını başını omzuna yaslayıp beklesin seni.

“Bütün hayatımızı, aslında yapmaktan başka çaremiz olmayan şeyleri rızamızla seçmeyi öğrenmekle geçiriyoruz.”
Ursula K.Leguin Yerdeniz Büyücüsü

Sözler sürekli bir şeyler anlatır Ahlâl’im, senin dilsizliğin, sessizliğinin bile bir anlamı var. Sessizlikte üstadımsın. Ben’sizlikte en üst makamdasın. Bunun hayatın adaletiyle doğrudan ilgisi var. Aslında anlatmak ve anlaşılmak istediğim şeyi şu atasözü çok güzel özetliyor.

İki zengin mahkemelikse hakim istifa eder,
Bir zengin ve bir fakir mahkemelikse zengin kazanır,
Eğer iki fakir mahkemelikse adalet yerini bulur.

ŞİMDİ HAYLAZ BİR DELİKANLININ HİKAYESİ

Günün birinde bir çocuk, elinde bir taşla karıncaları ezerek öldürüyormuş. Taşı kaldırıp, “Bomba geliyor” deyip, karıncaların tepesine atıyormuş. Böyle nerdeyse yüzlerce karınca öldürmüş. Sonra birden tepesinde birinin olduğunu fark etmiş gölgesinden. Kafasını kaldırmış ve bakmış, beyaz sakallı yaşlı bir adam. Çocuğa tebessüm ederek eğilmiş ve “Neden bu karıncaları öldürüyorsun?” demiş. Çocuk “Ben onlardan büyüğüm ve güçlüyüm.” demiş. Yaşlı adam ayağa kalkıp “Şimdi de ben senden büyüğüm.” demiş. Çocuk sessiz kalmış ve bir şey söylememiş. Yaşlı adamın elini kaldırıp ona vuracağını düşünmüş. Kendini karınca gibi hissetmiş. Sonra o yaşlı adam tekrar eğilmiş ve “Sen şimdi bu karıncaları eski haline getirebilir misin?” diye sormuş. Çocuk haliyle, “Hayır” demiş. Yaşlı adam peki “Bu sokaktaki başka biri yapabilir mi?” diye sormuş. Çocuk haliyle yine aynı cevabı vermiş. Yaşlı adam bu dünyada bu karıncaları kim eski haline getirebilir? diye sormuş. Çocuk “Kimse” diye yanıt vermiş. Yaşlı adam “O halde çok güçlü olmanın ne önemi var bir karınca bile yapamayacaksan?” diye sormuş. Çocuk yaşlı adamın söylemeye çalıştığını çok iyi anlamış ama ölen karıncalar artık ölmüş. Onları tekrar yaşatmak için ne olsa yaparmış, içindeki hisler böyleymiş. Yaşlı adam, çocuğun üzüldüğünü, pişman olduğunu anlamış, “Üzülme, al bu parayı, kendine gofret al, bir daha da hiçbir şeyi öldürme.” demiş. Çocuk “Peki, bundan sonra hiçbir şeyi öldürmeyeceğim.” demiş. Çocuk yaşlı adamın dediği gibi gidip kendine gofret almış. Sonra aynı yere gelip, karıncaların başında durmuş. Bu sefer onları öldürmek yerine gofretinden kırıntılar koparıp yuvalarının yakınına atmaya başlamış. Onları öldürürken duyduğu hazdan daha büyük bir haz almış. Merhamet kalbine ilk defa dokunuyormuş. Aradan yıllar geçmiş. Çocuk artık bir delikanlı olmuş, o yaşlı adamı ve o gün olanları hiç unutmamış. Sivrisinek gelip delikanlının koluna konar, o da onu öldürmediği gibi bir de kanından içmesine izin verirmiş. Hoşlandığı kız ondan çiçek toplamasını istemiş, ama o çiçekleri kopartıp öldürmek istemediği için hiç o kıza çiçek götürmemiş ve o kız delikanlının, kendini sevmediğini düşünerek ondan ayrılmış. Delikanlı, “HAYATIN” herkese sadece 1 kere “Merhaba” dediğini ve sadece bir kere “Hoşçakal” diyeceğini öğrenmiş, hiçbir canlıyı öldürmemeye de devam ediyormuş. O delikanlı bugün bu mektubu yazmış.

Nefes almak için açtığım pencere gibisin!
demiş bu hikayeyi ilk defa dinleyen kadın…


Ahlâl’im, sevgili üstadım, sen kelimeleri benden daha iyi tanıyor ve anlamlarını daha iyi dolduruyorsun. Öğrendim…

bir kadın,
ve iki anlam,
ve üç kez aşık ederdi,
gözlerinde gün doğumları,
annelik kokar göğüsleri,
tenlerinde ay,
biraz hüzün,
şefkatli bir akşam üstüydü,
ben anlattım o dinledi.
O anlattı, ben dinledim,
artık daha iyi tanıyorum kendimi,
aşıklığımı.

Biliyor musun Ahlâl’im, günlerimiz güzel geçmiş. Hani bazı hayatlar vardır, yaşanmaya doyulmaz güzelliktedir. Bazı filmler vardır, hiç bitmesin istersin. Bazı insanlar vardır, merttir, mertliğine aşık olursun, bazı davalar vardır, canını ortaya koyarsın.

Ben böyle güzel hissetmedim çoğu zaman, kalbimde kırıklarımla aksak-aksak yürüyüp durdum şu kocaman dünyanın bir köşesinde. Öyledir, bizim bu dünya hayatımız, bizim bu tüm saçmalıklarımız, arzularımız, hayallerimiz, var olmasını istediklerimiz ve var edemeyecek kadar acizliğimiz… benim sana anlattığım “Yokmuş” hikayelerim, senin, beni sana hayran edecek kadar bana hayranlık duyduğunu anlatan sözlerin. Şimdi dizlerine yatmayı isterdim, bir elimde sigaram ve senin ellerinde saçlarım… Ve şunları tekrar söylemek isterdim,

Gözlerine değebilmek,
kirpiklerinden köprüleri geçip,
okurken sesinin fısıltısını işitmiş gibi,
bunca uzaklığa rağmen,
nefesinden atmostere karışmak ve
boynundan süzülüp,
sıcacık atan kalbine dokunabilmenin verdiği huzur.
Şefkat!
Oğuz!


Sen çiçekleri seversin Ahlâl’im… Ne güzeldir çiçekler, bilselerdi senin kadar keşke.

Artık biliyorum Ahlâl’im, sen bensin ve bende sen var. Ve zamandan birbirimizi çaldığımız kadar varız. Kârdayız!

#Meftun | Hiç geçmemiş bir geçmiş.