İnsanlar Bilmeden Konuşmakta Ustadır

”İnsanlar bilmeden konuşmakta ustadır.”

Evet, öyle ustadırlar ki ve bilgi o kadar gereksiz bir şey ki artık, hiçbir önemi yok. Empoze edilmiş doğruların, doğruluğunu sorgulamaktan bihaberler, çocukluk yaşlarında neye inandılarsa, hala onlara aynı masumlukta inanıyorlar… Sorgulamıyorlar, merak etmiyorlar, önem vermiyorlar. Nasıl nefes aldığımızın bilincinde değilsek, öyle bilinçsizler…

Neresinden bakarsanız bakınız, neresinden düşünürseniz düşününüz, ”mantık” yürütülmesi gereken bir zorunluluktur. Eğer bir işte mantık yoksa o işin gereksizliği, taraflılığı ve anlaşılmamasında yüksek hatalar ve beraberinde getirdiği problemler ve hatta süre gelen zincirleme yanlışlara yol açabilir.

  • İnsan, doğası gereği, kendisinin övülmesinden çok hoşlanır.
  • Eğer kendisinin övünülecek bir yanı yoksa ailesinden birisinin övülmesinden çok hoşlanır.
  • Eğer ailesinin övünülecek bir yanı yoksa tanıdıklarından birisinin övülmesinden çok hoşlanır.
  • Eğer tanıdıklarından birisinin övünülecek bir yanı yoksa memleketlisinin övülmesinden çok hoşlanır.
  • Eğer memleketlisinin övünülecek bir yanı yoksa, yurttaşının övülmesinden çok hoşlanır.
  • Eğer yurttaşının övünülecek bir yanı yoksa, kendisinin ve yukarıda bahsi geçen kişilerin yapamadıklarını yapabilen birisinin övülmesinden çok hoşlanır.
  • Yine insan doğası gereği, mucizelere, doğa üstü olaylara ve normalin üzerindeki yeteneklere, zekâya karşı bir sempati duyar ve ilgisinin tamamını, doğrulunu sorgulamadan kendisine kabul ettirir.
  • Bu, egomuzun ve ya ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz, ”kalıcılık” benimsemesinden gelir ve işte bu yüzden kahramanlarımız, çizgi romanlarımız, filmlerimiz, ölümsüz aşklarımız ve benzeri kurgularımız vardır.

Zihnimizin sınırsızlığına sahipken, insan nasıl olur da ezberci, kopyacı ve düşünmeyen bir varlık olabilir bunun sırrını anlayabilmiş değilim. Kulaktan dolmacılık gibi bir çok gerçekliği tartışılabilir bilgiye sımsıkı sarılır bilemiyorum. Ve bunun temellerini belli bir kural ile belirleyebilirken tam ve gerçek manasını asla açıklayamayacağız.

İnsanlar Bilmeden Konuşmakta Ustaysa neden konuşuyorlar?

Bilgi, bilmek evrenin temelini ve kökenini oluşturur. Eğer bir şeyi biliyorsanız ve uyguluyorsanız bu pragmatik yanınızı ortaya çıkartır. Pragmatizm bir nevi yararlı olan bilgileri almak diğerlerini yanlışlamak üzerine kuruludur. Öyleyse bir kişi ülkesi ve ya hanesi için doğru ve yararlı bir iş yaptıysa bu pragmatik olmasını sağlar ve öyleyse bu kişinin diğer yaptığı yanlışlar yanlış olarak kabul edilse de görmezden gelmek demekle eşitliğe yakındır.

Bunu soralım/örnekleyelim;

Bir insanın yaptığı işlerin %50’si doğru %50’si yanlış ise, bu kişiye iyi mi yaklaşırız, yoksa kötü mü yaklaşırız? Ya da %50 iyi, %50 kötü mü yaklaşmamız gerekir?

Sizi bilmem ama iyiliğin de kötülüğünde nedeni bilgi ve bilgisizlikten kaynaklanır. Merhamet ile ilgili yazımda bahsetmiş olduğum bilginin önemini size tekrar nüksetmeyeceğim ama zararlı olan her şey bilginin pratik hali olmamalıdır.

”Bilgi, insanın kişiliğini oluştururken kullandığı malzemedir.”

O halde, etrafımızda olan biteni sorgularken ya da kesinliğinden emin değilsek buna yaklaşımımız da verdiğim sorudaki gibi olmalı mıdır, olmamalı mıdır?

Birisi, iyi bir şey yaptıysa onu alkışlamak gerekmez ya da doğru bir şey söylediğinde yine alkışlamak gerekmez… İyi olmak ve iyilik yapmak kişinin kendi seçimi olmasıyla birlikte evrensel olarak doğru olan yaşam biçimi ve birimidir.

Yani bu, bir insanın, konuşma yeteneğinin olması ve konuşabiliyor olduğu için alkışlanması ile aynı şeydir.

O halde, bilgi ve onu bilmek elzem, en temel gereklilik ise, yukarıda bahsettiklerimizi göz önünde bulundurarak hayata bakmalı ve ona göre yaşamalı değil miyiz?

Eğer öyle ise, bilmeden konuşmak, başkasının hakkında tam olarak kesinliğini yansıtmayan ya da başkasının hakkında bize söylenen bilginin kesinliğini araştırmadan ona inanmak hangi sağlıklı akla uygundur?

İşte tam da bu yüzden etrafımızda insanları sorgular ve onun doğruları ile kulaktan dolma bilgilerimize uymuyor diye çeşitli yaftalar yapıştırırız. Oysa kendi doğrulamasını sağlamadığımız bilgilerin sorgulamasını gerçekleştirmeyiz, çünkü bu bizim inanmamız gereken mucizevi kimliği ortadan kaldıracak ya da kimlikleri ya da nesnelleri yok edecektir.

İnsan, doğası gereği hayal dünyasında yarattığı ve inandığı doğruların yok olmasını istemez. Bu hatıratcılık ile aynı şeydir. Şöyle düşünün, bir paltonuz var, sizi ısıtmaktan çok o paltonun modeli de çok hoşunuza gidiyor, hoşunuza gitmesi o paltonun çizgilerinize verdiğiniz değerden kaynaklanır ki artık o palto ile aranızda manevi bir değer vardır… İşte bu nedenle o paltonun yakılması, kaybolması ya da başka birisi tarafından çalınması sizi derinden üzecektir.

Buna; inanışlarımızın bize dayatılan doğru tersi bilgilerle yer değiştirmesinde hissettiğimiz ”Hayal Kırıklığı” da diyebiliriz.

Peki tüm bunlara rağmen insan nasıl bilmeden konuşmakta ustalaşabilir?

İnsan, avcı ve toplayıcı bilgi temelli iç güdüsel dürtülerinden yola çıkarak güce alışmış ve onun peşinden tembelliği benimsemiş ve onun da peşinden sorgulamamayı öğrenmiştir. Tam olarak bu böyledir.

Artık, bize aktarılan bilginin, aktarılan kişi hakkında ki görüşlerimiz ya da bize aktaran kişi hakkında ki görüşlerimiz neticesinde doğruluğuna inanıyoruz.

Öyle ki; ”X İsimli kişi uçuyor”, dendiğinde, hiçbir insanın uçamayacağını bildiğimizden bunu önemsemesek bile, ”X İsimli kişi”nin heybeti, azameti, o kişi hakkında bize aktarılan diğer bilgiler doğrultusunda ”X İsimli kişi ise, kesin uçuyordur” kanısına varmamız adeta inanma mekanizmamızı ”İnanmak” doğrultusunda kurmamız demektir.

Ya da, ”Y İsimli kişi, X isimli kişi hakkında uçuyor” dediyse, ”Y isimli kişi dediyse, X İsimli kişinin uçtuğuna kesinlikle inanırım.” demekle aynı şeydir.

Yanlışlanabilir bilgi hiçbir zaman kıymetli değildir. O halde, yanlışlanabilir ve ya yanlışı olan kişi için yukarıda anlatığımız şeyler gerçek ise o kişi, görüş ve ya kurumlar hakkında tam olarak davranışımız nasıl olmalıdır?

Sırf milyonlarca kişi ”X İsimli Kişi” hakkında binlerce rivayet anlatıyor, adeta ona tapınıyorsa ve bu yanlış ise ve bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalışan ve sırf yanlış bilgi birikimiz var diye ”Z İsimli Kişi”ye nasıl davranılmalıdır?

Söylediklerine kulak asıp, araştırmaya devam etmeli mi? Yoksa, yazının başında değindiğimiz gibi masumca inanmaya, deyim yerindeyse kendimizi kandırmaya devam mı etmeliyiz?

”İnsan, bilginin ve bilgisizliğin değil, yanlış bilginin kölesidir.”

 

Yazar Hakkında

Türkiye’de okur-yazar oranının %6’larda dolaştığı 21. yüzyılda sorgulama mekanizmalarının çalışmamasını sorgulamak oldukça gereksiz, biliyorum! Buna rağmen gündeme dair sessiz kalmak vicdanımın gürültüsünden uyumama izin vermiyor. Bu sorguları/tespitleri bırakalı uzunca bir zaman olmuştu aslında ve aslında ara-sıra gelip bir şeyler yazıyordum, şimdi bütün kinimi ve nefretimi kalemime alıp, yeniden yazmak istiyorum…

Ve bana engel olabilecek tek kişi yine benim…