Şairler Zamanı Bükebilir

Moralimi bozacak binlerce şey bulabilirim! Evet… bunun için oturduğum yerden şöyle bir etrafıma bakmam yeterli. Doğal olmayan, yapay ne varsa hepsi can sıkıcı, insanların birbirini öldürmesi, kandırması daha başka ne varsa artık… “Sensiz yapamam” diyenin kendini bizzat “onsuz” bıraktığını bile gördüm, çığlıklarını işittim… evet, kulaklarım hiç duymak istemeyeceği şeyler duydular… En korkunç olanı da kızının yanında “ölmek istemiyorum” diyen kadındı.

Çünkü insanlar böyledir, başka bir insanın ölümüne neden olurken ona “ölmek istemiyorum” dedirtebilir. Çünkü insanlar öylesine zalimdir ki, meleklerin bile sorgulamasına neden olmuştur. Hani meleklerin sorduğu “yeryüzünde kan dökecek canlılar mı yaratacaksın?” sorusu vardı ya, ilk okuduğumda yaratıcı penceresinden bakmış, “meleklerin sorusunun mantıksız” olduğunu düşünmüştüm… Çünkü “İnsan Türüne” kendi benliğim yüzünden toz kondurmaya bile çekinmiştim. Ama şimdi o meleklerin birer bilgin olduklarını düşünüyorum.

Çünkü artık, metafizik biliyorum, öğrendim… çünkü bilgi böyledir… bilgi bir insanın yapısını tümüyle değiştirilebilir, “karakterinde” hiç bulunmayacak nicelik ve nitelikleri o “karaktere” kazandırabilir. “Kazandırabilir” dedim çünkü, en ufak bir bilgi kırıntısı öğrenmek dahi kazanmaktır bilgisizliğe karşı.

Aşk, bir insana uçuyormuş hissi verebilir.

Şimdi bütün bu olumsuzlukları elimin tersiyle süpürebilme gücüme dayanıyorum, evet, bu güce “aşk” diyorlar… her dilde farklı ve sevgi kavramıyla birbirine çok yakın. Çok bilinmeyenli denklem gibi. Ve bilinmezliğin soyutluğuna rağmen iki kişiyi tek vücut yapabilen ender kavramlardan birisi.

Hiç tanımadığın birini dahi “canından çok” sevdirebilir çünkü. Eğer bu sevgi evrimleşerek bir üst mertebeye geçiyorsa, yani aşk dediğimiz ateş bir kere kişinin gönlüne düşüyorsa, söndürmek pek mümkün olmadığı gibi bütünüyle insan türünü mahvediyor. Çünkü insan aşığına kavuşamayınca, yemiyor, içmiyor ve tüm bu dünyalık şeyleri birer meta olarak görüp, önemsemiyor. Bu önemsizlik ve boşluk, aşığı düşündürüyor. Düşüncesi artık başka biri tarafından yönetiliyor veya alıkonuluyor. Bu esaretten kişi aşkı/aşığı sorumlu tutmak ve ondan kaçmak yerine aşığını bir ışık kaynağı olarak görüyor ve kavuşabilmenin hayallerini kurarak özgürlüğe kavuştuğu günleri düşlüyor. Bu meşguliyet, birisini öldürmenin, kandırmanın da önüne geçiyor. Çünkü bu ateş kişinin kendisini yakarken, O’ndan başkası tarafından verilen tüm teselli ve tavsiyelere rağmen sönmediği için “can yangınından başka” düşünebileceği bir şey olmuyor. Kişi bu derin hüznü ve kavuşamama endişesinden dolayı daha çok düşünüyor ve aşk gibi kendisi de evrimleşiyor. Düşünce mekanizması “insan türünden” kendini soyutlayarak başka bir boyuta yükseliyor. Mesela “Oğuz Boyutu veya O’uzaduyum” gibi.

Düşünüyorum da, karnımdaki ağrıları… düşünüyorum da göğüs kafesimin içindeki heyecanları, kalbimi kaburgalarımın içinden dışarı doğru sıkıştırdığını, neredeyse oracıkta kalbim yerinden çıkıp, değersiz bir kaldırım taşının üstünde denizine dönmek isteyen bir balık gibi çırpınacaktı. Öyle olmadı, yani kalbim yerinden çıkmadı, çünkü bu heyecanı sonsuza kadar yaşamak istiyordu…

Pek mümkün görünmüyor, imkansıza yakın hatta. Üstelik zaman bir hayli geçti. Çünkü Aşk ve Zaman kavramları birbirine düşmanmış gibi görünüyor ve öyle de özünde. Çünkü “zaman” insana düşmandır, insan ise aşık olabilen bir varlık olduğundan ve zamanı bükebildiğinden, dolaylı olarak zaman, aşkla da kanlı bıçaklı hale geliyor.

Peki, insan zamanı nasıl mı büküyor? Bunu açıklamanın en kısa yolu, insanın sevdiği kişiyle birlikteyken zamanının su gibi akıp gitmesi veya ondan uzaktayken zamanın hiç geçmemesi gibi. Bu insanlara örnek olarak “şairler” gösterilebilir. Evet, Şairler zamanı bükebilir.

Ve ne hikmetse, “ışık kaynağı” aşığın sözlerini değil, şairliği meslek edinmişlerin palavralarına kulak asar… Bu ikisi arasındaki farkı zamanla kavrayacaksın.

Aşk, bir insana yaşamayı öğretebilir!

Şimdi idrak edebiliyorum ki, tüm karamsarlığım bundan kaynaklanıyor. Çünkü tüm bunların, hiçbir anlamı yok! Pahalı kıyafetlerin veya arabaların, lüks evlerin, bankadaki paraların hiçbir anlamı yok. Önemli olanın “paylaşmak” olduğunu da bu sayede yeniden idrak edebiliyorum. Nitekim, aşk, heves ile öyle sık karıştırılıyor ki, bu karışıklıktan doğan neticelere kısaca ilk paragraflarda değinmiştim…

Çünkü seven birisi sevdiği kişinin canını yakmak şöyle dursun, ona bakmaya bile kıyamaz. Öyleyse bu argümana dayanarak, bunların ki sevgi değil, geçici heveslerin kalpteki birikmiş pislikleri diyebiliriz. Öyle pisler ki, ağızları lağım, elleri katil, söyledikleri ifritçe… Onları temizlemek imkansız artık.

Çünkü aşk insanı hasta edip, daha iyi bir insan haline getirmeye kodlanmışken, onlar zaten “dünyalık” hastalığına düşmüşlerdi çoktan. Evet, Aşk insana daha iyi bir yaşam vadederken insanlar yaşamayı reddettiler…

Unutma evlat, aşk zehirlidir ve panzehri de aşık olduğun kişinin bizzat kendisidir. Yanında olamayacağın, yanında olamayacak kişilere aşık olmak seni yavaş ve sinsi bir ölüme hazırlar. Ama yaşam/hayat amaçlarımızdan birisi insanın kendisini güzel bir ölüme hazırlamasıdır. Arkanda bıraktığın ne varsa (benim bu ide çatışmalarım/saçmalıklarım) arkanda bıraktıklarına bir şeyler anlatmalı.

#OD | Küçükdeniz * Unutma evlat, unutmak her zaman zayıflık değildir, bazen güçtür…