Ben, Leyla’sı ölmüş bir Mecnun’um.
Dolanırken ortalarda, kuytulardan,
bir bakışla can verecek kadarsın,
bir damlan ile yeşerecek ümitler.
Ben, Leyla’sı ölmüş Mecnun’un babasıyım.
Oğlum kanla kusarken aşk...
Yağmur Sözlüğü;
Yine de üzüntüme denk yağar yağmur, bel-ki yeşerir en derin çöl bile, güz gelir. Doyar özlerim en nefti yeşile, bulut saklasa bile doğmuştur güneş.
Ben, Leyla’sı ölmüş bir Mecnun’um.
Dolanırken ortalarda, kuytulardan,
bir bakışla can verecek kadarsın,
bir damlan ile yeşerecek ümitler.
Ben, Leyla’sı ölmüş Mecnun’un babasıyım.
Oğlum kanla kusarken aşk...
Yeterince üzgünüm, bitmedi,
yeterince gurursuz değilim.
elin iki damlasına umursadan,
kalkınca bile ben büyük yağmur.
Ben’i biliyorum, canı teslim etmeden,
bitmeyecek yağmur’un yağışı.
Ben böyle değildim...
Bahsedilmiş şeyler mi duyuyorsun?
Başka herkes başkası ile meşgul,
bunları duyman imkansız, biliyorum.
Sen bile yazamazsın doğruları.
Bana mahsus, bana anıtsal,
ben klişenin aksi gibi, yazmamalıyım,
klişe olmasının nedeni...
Bir kendime anlatamıyorum,
bir sana anlatamadım hiçbir an,
bizden başka herkes anlamıştı.
Benim senden, senin bensiz.
İnanmanın gururla alakası yok,
bu yüzden halâ inanıyorum sana.
Uzaktan sevmenin bir zarar...
Ve gözlerimdi bulutların istasyonu,
taşıyabildikleri kadar yağmur alıp,
sana getirdiler, senden sebeplendi toprak,
senden esinlendi aşk’lar, insanlar.
Ve “Düşük Cümleler”i yazdı ellerim,
sakat kaldı kafiyeleri...
Yüzlerce duygunun birleşip,
aynı anda atlaması gibi boğazdan,
düğümlenmesi bu yüzden,
kelimelerin anlamsızlığıda.
Hangi fırsatı değerlendirmeli?
Sırt çevrilen hangileri olmalı?
İşte, basitleşmiş gözlerinde aşk,
meşkde...
Kimseye zararım yok, faydam da,
her adımda her hûla nefes, bihâ.
Hûda af, korkuluk etme beni, af.
Ağır bir âşk taşır kul’un sırtında.
Taşınması ne güç, güçler güçsüz,
her yiğidin yüreği de yükleşir.
her ahval mevt-i...
Bitmek üzereydi, çekip gittim,
izin vermez şimdi soluk,
yağmur izin istemez buluttan.
Yağmur, her günün nasıl zulüm.
Yazmakla bitmeyecek sensizlik,
sensizliği duvarlara çizmek manasız,
suretin aklıma oyun oynar,
akıl...
Tüm acılara bedel, gönül acısı.
Aşk acısı geçici mi, ya gönül?
Söze ihtiyaç duyarsın, umuda
ve teselli veren aşkın gözlere.
Yağmur ihtiyaçtır, iltifattır ve
inanmaktır, yürek yakmak,
yağmur’un işi değil amma,
ne acı...
Emin değilim, sefil olan kefildir.
Eminim, sen bu-el değilsin.
Hiç olmadı, lâkin gönlün umudu biter mi?
Sensizlik gönle hapsola dursun.
Martıda gökyüzünde hapiste.
Bu da avutmak ya, gökyüzünde gönlü.
Ne lazımdı? Gerçi bilmek...
Gelip kendin bak, gözlerime,
sakaldan karanlık görülen yüzüme,
her bir zerresinde üzüntü mezarları.
Her günün döküntü evre tabutları.
Kavuştur demiyorum YâRâbb…
Savuştur beni, sönsün közlerim,
ovuştur da görsün...
Râbb’in bahşettiği misin?
Yoksa, Râbb’in hayırsız kıldığı mı?
Râbb şükür, huzur eksik olsa,
nefesi verir, gâyb’a yağmur.
Küçük adımlarla, adım atmamak arasında,
kararsızlığımın karamsarlığıma öncü,
budala...
Gülmekle aldandı insan, çoğu vakit,
imtihanı göz ardı edecek kadar sevda,
başa gelince ne zor, uzaktan ne hoş.
Kurtadam’ın dolunayı, ne emsalsiz.
Eser kalmayacak benden, o an
sevdadan ne eser kalır, boş...
Kitap okurken uykuya sızmak gibi,
içince de sızmak, düşünceyle de öyle.
Hayal kurarken de öyle,
Lâkin en zahmetlisi. En emek isteyeni.
Her ayrıntıyı canlandırıp gözlerinde,
ince-ince motifliyorsun, zaman alıyor,
bazen öyle...
Bırak bu cümleleri oğuz,
bırak bütün kelimeleri, içleri boş,
hem ne hoş yazan ellerin,
bir gelir, bir gider, ne boş içleri.
Sevda, fâhir’in yüzünde gülücük,
bir zâhir’in avucumda kalandan,
fâhiş denecek kadar...
Yazıyorum, bel-ki görüyorsun,
bel-ki hiç istemiyorsun bunları.
Olanları hazmetmek için gerekli,
canım çıkacaksa bile, böyle çıksın.
Eğer anlatmazsam kapı-duvar yüzleri,
özleri kadar karanlıktı yine yüzleri,
dinlettikleri...
Kaçıncı bahsedişim senden,
bu bakımdan hiç kimsesizsin.
Bir bakıma, herkeslesin,
seğin nefî kalır, azâb-ı hûman.
Şahı mat eden neftîden,
Elâb-ı ziyan eder-ki sen,
dünden a’riyyet, ziyade gönül.
Öbür cân-ı kirletti...
Ele emanet etmedim seni, Allah’a…
İsyan etmedim O’na, o yaradan.
Bil-ki humusta yatanda farksız kîlden.
Dilden gelenin, gelmez bişi elinden.
Sövüp-saymanın manası yok,
bu sevdanın başımdan gideceği...
Yüküme bakmadan, öyle zor da olsa,
umursamadan çölü, kum fırtınasını,
kalan tek adımlık hakkımla bile,
kapına yürüdüm, sen ömürsün.
Ne Yağmur serinletti bu yangında,
ne rüzgarlar esti bu yolda,
bu uğurda neleri...
Pek bir şey kalmayacak bunları da yakarsam,
aklımı yakmanın bir kolayı olsa, ya da bozmanın,
bana ‘küçümsermiş’ gibi bakışının,
pek bir önemi yok, önemi anlamıyorsun.
Bütün bu sözleri ben icâd ettim,
seni...
İnancımdan fazlası var, bilen tek.
Hiç istemediğin halde neden hüzünlü,
bütün bitmişliğimin bir ümitlik işi varken,
asla istediğin de yağmaz yağmur.
Bunak bir aşığım 40 yıl sonra.
Bununla kalsa ne âla-Ak saçımla,
en aksi...
Ben gerçeğim, gelmiyorsun.
Emin değilim, gerçeklere,
gerçekler bile gerçek değiller,
Sen gerçek misin? Ben gerçeğim.
Sen değilsin de gözlerin gerçek,
Sen değilsin, masumluğun da.
Ben gerçeğim, gerçekler bile değil.
Ender...
Unutamıyorum, seni aklıma getiren
o çaresizliği de parçaladı martım.
Ben her haltım. Bedbahtım,
elinden bikâr, elemdeyim.
Zavallılığımı da yok etti martım,
ağlamayı da bıraktım, içmeyi de.
Saat 04:40 uyusan ne olur artık...
Anlatacaklarımı bitirmedim henüz,
böyle kısa olmayacak, birden bitmeyeceksin,
eziyette etsem kendime, sen kadar
değerli için, sömürdüm bütün duyguları.
Seni unutmayı başarsam bile,
bunu anlatmayı başarmam gerek,
kelimeleri...
İlk satırı yazarken yağmur yağıyordu,
İstemediğin kadar bekleyeceğim ve ben
deli gibi dizginlediğim gururdan put,
kıramadığım şeytanın bacağından.
Affa maruz kalırsam, kabullenirim,
bilgi, yüreğimi cesaretlendirir,
aşk...