Soytarı Kırlangıç

Ne tuhaf ama! Ne bunalım ama… burası hep karanlık… Olduğun yerin aksine. Aksi gibi kalbim de hiç benim değilmiş gibi burada. Orada, oralarda… kısaca seninle.

Hiç, söylemek istediğin ama doğru kelimeleri bulamadığın oldu mu?

Aslında benim kelimelerle aram iyidir, onlar beni, ben onları severim. Yine de bozuk atıyorlar artık yazmadığım şiirler için. Bir yanım teşekkür ediyor, bir yanım lanetler okuyor, bir yanım da çay ve sigara eşliğinde sessizliğini koruyor. (Onları Nevhâ’da bulabilirsin.) Bunların hepsi “ben” demek, yine de tam anlamıyla beni anlatamıyor. Çünkü içinde “sen” olmayan cümleler kuramıyorum. Ve yüzyıllardır anlatasım var herkese içimdekileri. Eminim bu bakımdan da kimsesizsindir. Ve eminim ki, bunu benden başka temenni edenin de yoktur. Çünkü onlara göre altı-üstü sen…

Ne saçmalıyorum ama değil mi? Ve henüz saçmalamak adına dünya hiçbir şey görmedi. Henüz en güzel saçmalıkları yazmadım, henüz tek bir satırda kırmadım hiçbir şairin belini. Çünkü onlar zayıf ve çelimsizler ve ben bunu “ben” olduğum için söylemiyorum, artık tamamen “sen” olduğum için söylüyorum. Ve kimse seninle boy ölçüşemez bende. Aslında bu biraz karışık.

Çünkü hiç adil değil “sensizlik”… Karışık olmasının asıl nedeni bu… Ama artık bunları umursamıyorum. “Karışık olsa da aşık ben, o halde karışık olmadan da aşık ben.”

Kalbimin içinde bir milyondan fazla kırık var.

Bu yazıya Soytarı Kırlangıç adını verdim! Çünkü merak etmeni istedim… Aslında anlatacakları çok ciddi. Anlatamadıklarını ve anlatmadıklarını sen kolayca hesaplayabilirsin. Sen tanıdığım en zeki insanlardan birisin buna rağmen kafan aşka çalışmıyor ya da bir aşığın halinden anlayamıyor. Bana bakma, delirmiş bir adamım işte… seni gördükten sonra akılla hiç işim olmadı. Buna rağmen felsefe ve mantık okudum, sırf seni anlamlandırabilmek için. Ne oldu biliyor musun, hiçbirisi işe yaramadı, işe yaramayı bırak, senden başka her şeyi de anlamsızlaştırdı.

Neyse ki, aşktan delirmiş tek adam ben değilim. Zaten aşık olup, delirmemiş adam da yokmuş. İşte tam da bu yüzden sevmediğin halde bir filmden bahsedeceğim… “Bicentennial Man” ne alakası var diyebilirsin… Robot Adam… eski aşıklar başlıklarda çok iyi değillermiş maalesef.

Bu filmde Andrew Martin isminde bir karakter var, isminin anlamı oluşturuyor Soytarı Kırlangıç başlığını.
Andrew = Soytarı, Martin = Kırlangıç.

İzlemeyeceğini biliyorum ama yine de tavsiye ederim. Çünkü filmdeki şu replikler oldukça havalı.


-Lanet olsun Andrew!
Eğer bu işte başarılı olacaksan,

Hangi işte?

-Bu yapmaya çalıştığın işte.
Bu kadar itaatkar olmayı bırakmalısın.

Bunu değiştiremem, yapım böyle.

-Değiş öyleyse.

Değişmek mi?
Zaten değiştim!

-Dışından bahsetmiyorum, içinden değiş!
Şansını dene, hatalar yap!

Hatalar?

-Evet.
Bazen mükemmel olmamakta önemlidir, tamam mı?
Yanlış bir şey yapmak önemlidir.

Yanlış bir şey yapmak mı?

-Evet.

Neden?

Anlıyorum, hatalardan ders almak için!

-Hayır!
Onları yapmak için...
Neyin gerçek olduğunu ve neyin gerçek olmadığını ve bütün bunların sana nasıl hissettirdiğini görebilmek için.
İnsanlar karışık varlıklardır Andrew!

Aynı fikirdeyim! Anlıyorum.
Bu aslında mantıksız bir konuşma olarak bilinen şey değil mi?

-Hayır!
Bu bir insan sohbeti.
Bu mantıklı olmakla ilgili değil!
Bu, kalbini takip etmekle ilgili.

Ve yapmam gereken şey bu mu?

-Evet.
Senin de bir kalbin var Andrew
Bunu hissediyorum.
Bazen inanmıyorum bile ama hissediyorum.

Ve o kalbi takip etmek adına, birisi hata yapmalı!

-Evet.
Teşekkür ederim.

Ve devamı…

Yani, henüz evli değilsin…

-Hayır, cumartesiden 2 hafta sonra.

Çok geç değil.
Doğru şeyi yaptığına emin misin?

-Kesinlikle.

Evlilik konusunda?

-Hiçbir şey hakkında tam olarak emin olamam.

Yani yanlış bir şey yapıyor olabilirsin.

-Hayır, doğru olanı yaptığımdan neredeyse eminim.

Harika.

-Harika olan ne?

Şöyle;
Bana hata yapmalısın demiştin.
Şimdi sen yanlış olan bir şey yapmıyorsun, doğru olanı yapıyorsun.
Bariz bir şekilde kendi tavsiyene uymuyorsun.
Çünkü eğer uyuyor olsaydın, kesinlikle o adamla evleniyor olmazdın.

-Çünkü doğru olanı yapıyor olurdum.

Kesinlikle.

-Garip bir şekilde, söylediklerin mantıklı gelmeye başladı.

Güzel.

Başka biriyle evlenmek üzere olan birine aşık olmak nasıldır bilir misin?
Büyüleyici birine.
Girdiği yeri ışığa boğan birine aşık olmak nasıl bilir misin?
Kendisine yalan söyleyen birine.

-Yalan mı?

Hem de çok inandırıcı biçimde!

-Hangi konuda?

Beni sevmediğin konusunda.
Ama ben biliyorum beni bir şekilde sevdiğini.

-Ama bunu nasıl biliyorsun?

Portia,
Değişmek için her şeyi yaptım!

-Bu benim için önemli değil.

Bir şekilde önemli! Aksi taktirde beni severdin…
Çenesiyle Titanik’i batıracak bir adamı değil.

Ne oldu?

Gördün mü?
Doğru değil mi?

-Afedersin!

Seni böyle mutlu edebiliyor mu?
Seni böyle güldürebiliyor mu?

-Beni hiç kimse senin gibi güldüremiyor.

Güzel.
Öyleyse kabul et!
Beni sevdiğini kabul et.
Bana bir öpücük ver.

Hepsi bu.
Küçük bir öpücük!
Sadece bir öpücük!

Muhteşem evliliğini tehlikeye atmaz.
Ayrıca bu neden nabzının 66’dan, 102’ye yükseldiğini açıklar.

Nefes alıp verişin hızlandı.
Feromon bulutları saçıyorsun Portia.

-Bu yaptığın hiç adil değil.

Biliyorum! Aşk’ta hiç adil değil.
Kalbini okuyorum, senden onu takip etmeni istiyorum.
Sana yalvarıyorum!
Yalvarmak aşağılayıcı olsa da umurumda değil…
Seni seviyorum Portia.
Seni gördüğüm ilk andan beri sevdim.

#Yasef