Unutmak Bir Sanat Dalıdır

Bir sigarayı içmenin ortalama 7 dakika sürdüğünü biliyor muydun? Elbette bilmiyordun, çünkü bunu hiç öğrenmek istememiştin. Bunu öğrenmenin kimseye faydası yok aslında, hatta zararı bile var. Hatta ve hatta bu, ömrümden 7 dakika kaybettiğim anlamına geliyor, haliyle sağlığımdan da 7 dakika kaybediyorum… kısacası her sigarayı yaktığımda ömrümden 14 dakika hebâ oluyor. Ama insan böyledir işte, öyle ne versen alır sorgusuz-sualsiz… Bunu düşünmek, sen ilk defa bir kadına “Ayın 14’ü” demenin ne anlama geldiğini öğrendiğinde takındığın şaşkın yüz ifadesinin bende yarattığı mutluluğa benzer bir hoşnutluk yaşattı.

Öğrenmek bazen zalimce.
Bir zehir bayramındaki gibi…

Biliyor musun?.. öğrenmek, bilmek her zaman iyi bir şey değil. Sanırım bunu yaş aldıkça anlıyorum ve daha iyi öğreniyorum. Önceden duygularımın bana yapmamı söylediği şeyleri artık yapmıyorum yada benzer şekilde tepkisiz kalabiliyorum.
Evet, öğrenmek ve bilmek beni hissizleştiriyor. Ve sen bana Sen’sizliği öğretiyorsun bunca zamandır. Eline ne geçiyor bilmem, bundan ne anladığını da bilmem…
Hani şu papatya tarlalarını betimleyen şairin dizelerine kan yağmuru yağsın istemiştim ya, artık istemiyorum. Nedir yani?

Bilmek bazen alimce.
Papatyaların öldükten sonra koktuğunu öğrendiğindeki gibi.

Sonra şu sıradan insanlara göre neleri bilip/bilmediğime bakıyorum kuşbakışı, ne tuhaf, onların mutluluğu ile benim mutluluğum arasında dağlar kadar fark var… elbette onlar daha mutlu görünüyorlar ama bu bana egoistçe bir haz veriyor ve ben onların bilgisizliklerini hor görüyor, ayıplıyorum… İşte böyle bakınca kendime kuşbakışı, benim mutluluğumun yanında onların mutluluğunun esamesi dahi okunamıyor.

Ne var ki bu işten bile değil… hatta içten-içe kahrettiğim zamanlar oluyor şu zamansızlığıma, böyle olduğunda yeni bir sigara yakıyorum ve ömrümün kısalışına katkıda bulunuyorum, bildiğin zamanın ekmeğine yağ-bal sürüyorum.

Sonra da kalkmış, akıllılığımla övünüyorum kendimce.

Unutmakta sanatçının ustalığıdır.
Senin beni gerçekten hatırlamadığın gibi.

Hayatı yaşamak aslında bir sanattır… yaşam bu yüzden sanatçıya ihtiyaç duyar ve sanatçı ne kadar ustaysa o kadar güzel tablolar çizebilir anılarına. Öyle ya, bunu başka nasıl tanımlayabiliriz ki? Ama her sanatçının kendi eserini en iyisi ve en güzeli görmesi/sanması gibi tüm hayatlar en güzel yaşamın kendisinde olduğunu düşünür… öyle ya, peki bunu başka nasıl tanımlayabiliriz ki?

Unutmak işte bu yüzden önemlidir… her fırça darbesini bir tabloya sığdırmaya çalışmak tuvale eziyet olur ve resmin kalitesini düşürür. Ressam işte o zaman tuvallerce saçmalar ve ortaya birbirinden dağınık, birbirinden kötü resimler çıkar. Bir ormandaki tüm ağaçları sadece bir tabloya sığdırmaya çalışmak hem ormanı hem de tuvali yani eseri daha yeşil yapmaz… bu sadece ve sadece zaman kaybıdır.

İşte bundandır ki unutmanın sanatkârlara da eserlerine de yararı vardır. Burada önemli olan ise neyi unutacağını bilmektir… ve dilemma burada başlar. Unutmak/unutabilmek, insanın karar verebildiği bir mekanizma değildir. Hem neyi unutacağını biliyor, hem de unutuyor olamazsın… işte bu yüzden bazı ressamların resimleri çok güzeldir çünkü bu tanrıdan verilen bir yetenektir veya tanrısal bir yetenektir. Öyle ya, çoğumuz çoğu zaman tanrıyı bizi unuttuğu için suçlamıyor muyuz? Öyleyse insan unuttuklarından da unutamadıklarından suçlu ve günahkâr sayılamaz.

Ben neyim ve kim oldum böyle?
Bak, konu nereye geldi…

Tüm bu saçmalıkların kime neyi ifade ettiğini bilmiyorum. Bildiğim şeyse bilmenin veya unutmanın doğallığı. Öyle ya, günaha batan yüzlerce gemim var Oğuzhan Deniz’de. Bense onları kurtarmak yerine, yeni gemiler yapıp feda ediyorum tüm kasırga, fırtına ve girdaplarıma. Böyle böyle ben oluyorum ve böyle böyle ölüyorum hayattan yavaş-yavaş, ağır-ağır. Evet, her eylemimiz bizi ölüme götüren ince nüanslara sahiptir, tıpkı sigara içmek gibi… tıpkı paraşütsüz uçaktan atlamak gibi…

Yine de umut fakirin değil, aşığın nimeti.
Şairin dediği gibi…

Ne var ki, uçaktan paraşütsüz atlasa bile, yere düşeceği süre boyunca insan o yüksekten yere düşse bile yaşayabileceğini ve bir şekilde ölmeyeceğini umut eder ve inanır… bu inanış o kadar kuvvetlidir ki, ta ki yere çakılıncaya kadar yaşayacağına kesin gözüyle bakar ve hatta birkaç saniyeliğine de olsa bu gerçek olur.

İşte AŞK sizi, öğrenmeye aç, bilgili ve unutabilen paraşütsüz ressam haline getirir… Dışarıdan bakıldığında diğer insanlardan hiçbir farkı yoktur aslında, aşık olanla aşık olmayanı YAN YANA koysanız, aralarında bir fark göremezsiniz, her ikisi de gözlerinize delirmiş, çıldırmış olarak görünür… Ancak aşık olanla aşığını YANYANA koyarsanız farkı anlayabilirsiniz. Ve bunu öğrenmenin de kimseye faydası yoktur aslında.

#OD | Bendeniz * Hislerim, onlar artık çelek yelek giyiyorlar.