Yalan Bahçelerinin Meyveleri

08:48 – Salı

Hiç uyumadım, uyku gecemin karanlığından silinmişti, şimdi gün ışıdı ve gözlerim ışıktan rahatsız, bir an önce kapanmak istiyorlar, zihnim uyuşuk. Kendimle olan çetin bir savaşı daha kaybettim. Buna rağmen kazandım… Çünkü kaybedişlerime rağmen zaman tüm yaralarımın üzerine kabuk tuttu. Evet, zamanın yaşamıma tek getirisi buydu. Tüm kesiklerimin, kırıklarımın üzerini kapattı. Ve başka her şeyimi beraberinde götürdü. Çocukluğumu, ilk bisikletimi, en sevdiğim ayakkabılarımı… masumiyetimi.

Yalanların hiç söylenmemiş olmasını isterdim!

Bazen yalan olduğunu bile bile inanırsın… inanmak istersin, bu tıpkı çok histerik bir dram filmi izlerken ağlamak gibidir. Gerçek bir olaydan esinlenilmiş olsa bile tüylerini diken diken eden sahnelerin kurgu olduğunu bilirsin… Yani birinin zihninden kalemine yansımıştır. Ve senin gözyaşı döktüğün bu histerik anlar aslında bir başkasının işidir, yani para kaynağıdır. İnsanların gözyaşlarından kazanılan para. Tuhaf, daha önce hiç böyle düşünmemiştim ve sizde düşünmemiştiniz ve muhtemelen saçma bulup, unutacaksınız.

Oysa ben, inanmak istemediğim ve yalan olduğunu bildiğim şeylere hiç inanmamıştım! Evet… baştan aşağı yalan olduğunu biliyorumdur. Buna rağmen kendimi kandırıp, inanıyorumdur, çünkü inanmak istiyorumdur. Öyledir çünkü, insan böyledir. Güneşin ışığına inanmıyorsan, senin için güneş doğmaz, tüm dünyada herkes aydınlık içindeyken senin karanlıklarına yeni karanlıklar eklenir.

Ve ne kadar kolay yalan söylemek, öyle bir çırpıda olmayan şeyleri savurmak ne kolay. Belki de bu yüzden büyük günahlardan birisi yalan. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek… oysa yoktan var etmek yaratıcının elinden olabilir sadece. Neyse ki kandırılmanın mayhoş bir tarafı olduğu gibi kandırıldığını anlamanın nefretinin ardından gelen bir boş vermişlik insanı iliklerine kadar huzura boğuyor.

Konuşmayalım!

Hadi, konuşmayalım. Susalım ve öyle saatlerin akıp gitmesini bekleyelim ömrümüzden. Oysa tek sermayemizin saatler olduğunu bildiğimiz halde. Ve konuşmayalım artık… susalım. Ömrümüzün sonuna kadar. Masal bitsin ve artık herkes kendini oynasın. Gerçekten olduğu kişiyi.

Zor değil mi? Kendin olmak çok zor. Şu bedavaya dağıtılan gülücükler, kiminde paha biçilemezken, farkında bile olmayan kimselere karşılıksız dağıtmak şu tebessümleri. Öyle masumca da değil üstelik. Can yakacağını bildiğin halde.

Yolumuz aynı, bilmiyorsun!

Tanırsın beni… Tanırım seni. Sen, çıplak ayaklarınla yok oluşa gidiyorsun. Boşlukları doldurmak isterken ömründen harcıyorsun. Ve öyle büyük ki bu boşluklar hiç dolduramıyorsun ve hiç doymuyorsun, doymayacaksın. Sana bir verseler ikincisini isteyeceksin, ikincisini verseler üçüncüsünü… Sen kadir de bilmiyorsun, kıymette. Sen aşkta bilmiyorsun meşkte. Sen sevgi de bilmiyorsun, emekte. Senin tek yaptığın şu yalan yolları emeklemek, elinden gelen tek şey tüketmek, tüketirken tükenmek.

Burası dünyalıkların dünyası. Burada her şey dünyevi ve bayat hepsi, künyelerinde binlerce isim yazsa ne, yazmasa ne… ve kime ne…

Yalan bahçelerinin meyvesi; iftiralar…

Artık “yokmuş“larımın aslında kaderime ne cömert davrandığını anladım, anlıyorum. Ve yeniden şükrediyorum. Kendime söylediğim onca yalanın günahından, yılanların derisinden sıyrılması gibi sıyrılıyorum… Temizleniyorum. İnanmayışlarıma yeni asilikler ekliyorum.

Tüm şu sistemle beraber hareket edenlerden, “çok düşünmekten çıldırırsın diyen akıllı akılsızların savurduğu mantık hatalı sistemsel savunuş cümlelerinden” yüz çeviriyorum ve herkesin aynı yol sonuna farklı yollardan gitmeye çalıştığının farkındayım. Evet, yolumuz aynı, henüz bilmiyorsun! Öğreneceksin.

#Heysar * Bir deliye yalan söylemek, onu kandırmak mıdır?