Sen ve ben, ne çok kelime var artık aramızda ikimizi anlatan. Ben anlattım, sen dinledin, aslında pek dinlemedin. Ne tuhaf, hiç kimse sessiz kalamamış dünyada… Yada biz bilmiyoruz sessizliği, sessizlikleri.
Ne var ki, insan öyle veya...
Sen ve ben, ne çok kelime var artık aramızda ikimizi anlatan. Ben anlattım, sen dinledin, aslında pek dinlemedin. Ne tuhaf, hiç kimse sessiz kalamamış dünyada… Yada biz bilmiyoruz sessizliği, sessizlikleri.
Ne var ki, insan öyle veya...
Onlar, dudaklarından ne kolay söylüyorlardı ebedi gidişini. Anlatıyorlar ama ben hala anlamını arıyorum ölümün, ölmenin… Aslında anlıyorum, biliyorum ve farkındayım ama ne var ki ölülerim çoğaldıkça azalıyor mantığım… Bu gidişlerin...
İçimde bir YAS, dışımda bir YAZ, sıcak tepelerinden akar ırmakların, gözlerinin görebildiği kadardır, ufuk mesafedir ve soğuk nefesi, gözümün bebeğine batar... Ben bir nebze göz kırpmam.
Yine de öyledir kadın, yüzünde gözyaşlarından...
Ne güneş söner,
ne ay vazgeçer yörüngesinden,
bu döngüden dönüp,
evrilir bir balıktan aşk kalbe,
evet,
bir kılıç balığından kalbine,
saplanır ve terk edilir,
aciz ve kokuşmuş İstanbul’da.
Yine doğduğu...
Şimdi yalnız ellerim,
ilk defa yalnız,
ve habersizim saatten,
saat beni umursamaz zaten,
İstanbul’u da sana terk ettim.
Yaşa yaşayabildiğin kadar,
ama yan benim gibi,
yan yanabildiğin kadar!
Ve
Sen seni terk...
Ne vazgeçiyor insan yaşamaktan, ölmekten… ölüm ne vazgeçiyor yaşam almaktan ve zaman yaşlandırmaktan…
Böyle işte insan, kısa bir vakit… oyalayıp durur şu toz zerresinde. Tezenesinde tırnakları biçilir ama vazgeçmez insan...
Zaman, her şeyi değiştirebilir. Şu hiç yok olmayacak gibi görünen dağları bile köklerinden söküp, bir yün yumağı gibi savurabilir… Evet, zaman böyledir. Tüm yasalara tam uyum sağlar ve birlikte hareket eder… fizikle, kimyayla ve daha...
Moralimi bozacak binlerce şey bulabilirim! Evet… bunun için oturduğum yerden şöyle bir etrafıma bakmam yeterli. Doğal olmayan, yapay ne varsa hepsi can sıkıcı, insanların birbirini öldürmesi, kandırması daha başka ne varsa artık…...
Hisler…
Şu beynin kimyasal tepkimeleri.
Ruh diye bildiğimiz şeyin aslında “nefs” olduğu.
Materyal dünyadan başka dünyaların da olduğu.
Görünenlerin dışında görünmeyen yüzlerce olgu.
Ve gereksizce anlam...
Artık beni bilmiyorsun! Buna eminim…
Bilsen, zamanın ne denli az olduğunu da bilirdin. Ama bilmek senin için hiç meziyet olmadı, bilmek senin için gözlerinden görülen bir olgu/kavram değil. Hep yokmuşlardan bahsettim, oysa varmışlar...
Evet,
… şairi bendim o manzaranın,
adını yok’tan aldım,
alnıma yazdım,
sildi kader,
… ben yeniden...
Ben, çok üzgün, çok budala… mesafelerle arası hiç iyi olmayan adam! Yazdıklarım, yazmaya başladığım ilk günden beri anlamsızdı. Oysa içine ne ilimler saklamıştım şu şiirlerin, şu denemelerin… Anlamayı denemek yerine, kapattılar...
Selam sevgilim! Burası sensiz daha bir soğuk ve gün geçtikçe daha da derinime işliyor. Ayaklarım sürekli soğuk! Bu dört duvar arasına hapsettim kendimi, çay ve sigara içiyorum… bilirsin, bu iki bitki dünyada en sevdiğim şeylerdendir. Onlar...
Hepiniz hastasınız!
Dünya deliler hastanesi ve sizler çıldırmışsınız.
Doktorculuk oynuyorsunuz aklınızca, çılgınca…
durmaksızın…
Dünya durana kadar durmayacaksınız!
İşte yine zihnimin beni ele geçirdiği...
Hiç! Kocaman bir hiçlik!
Ve öğrendi şair hevesleri…
O hevesler ki öncesinde gelir her şeyin!
İşte tüm bu kocaman hiçliğe rağmen!
Madde bağımlılığındalar ve konuşur dudaklar...
Evet, şu bildiğimiz “çaresizlik” gibi. Öğretilmiş yalnızlık! Ne fark eder ki? Öyle veya böyle bir şekilde öğreniyoruz hayatı… hatalardan, can yangınlarından sağ kalınabilirse...
Bu buruk ve kırgın başlayan bir hikayeydi başta. Çünkü sevdiklerinin arasında değildim. En sevdiğin şu tombul yağız oğlan seni seninle bırakınca öyle bir başına, sen, seni sevenleri sevmeye başladın. Neden böyle olduğuyla ilgili eskiden çok...
Biliyorum, hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim bir haldesin! Muhtemelen vaktin nasıl geçtiğinden haberin yok ve muhtemelen benim hakkımda bildiklerinden fazlasını da öğrenemiyorsun.
O gün, bir günah sarmıştı etrafımı, kalbim...
Evet,
Oğuz hala aşık…
Aşkı başından aşkın Veysel,
hep der; imkansız,
unutmam adını,
denizdim kurudum yağmursuz,
pınardım yok oldum damlasız.
Kırıldım kapımla birlikte,
kalbim hala sağ.
...
Bu Zemistan’ın ilk günü. Gündüzler burada soğuk, geceler zemheri ateş keser. Öyle ki, insanın içine içine işler. Öyledir zaten, onlar üşürler, ben üşümem göğsümdeki ateşten… martılar yerine burada kargalar üşüşürler. Ne var ki her yer...
05:37. Bu sende sabahladığım son geceydi. Artık buralı değilim, aslında hiç olmamıştım. Seni seviyordum ama sevdiklerim yüzündendi tüm sevgim. Sevdiklerim bir-bir gidiyorlar ve benim seni sevmek için bir nedenim kalmadı. Elbette özleyeceğim seni...
Ahlâl’im, sessizliğimi mazur gör ve bağışla. Baş edemeyeceğin bir karanlıkla boğuşuyorum ve bunu sen bile aydınlatamazsın… Daha önceden vazgeçtiğim tüm karamsarlığımı giyindim yeniden. Bir demlik çay eşliğinde bir paket sigara...