Aşk başlı başına çelişkidir,
Sen’sizlikte bile Sen’i yaşatıyorsa,
buna başka ne denir?
Delilik mi?
Esefleyin Oğuz’u, yormayın soluğu,
buz kütlelerinden prangaları,
güneşten zincirlerle taşıyorum Aşk’ı...
Aşk başlı başına çelişkidir,
Sen’sizlikte bile Sen’i yaşatıyorsa,
buna başka ne denir?
Delilik mi?
Esefleyin Oğuz’u, yormayın soluğu,
buz kütlelerinden prangaları,
güneşten zincirlerle taşıyorum Aşk’ı...
Son adımlar bunlar,
Sana gelen yolumun, bittiğine işaret,
felaket benim için ya, Sana değmez sefalet,
gözlerinin yeşili can satarken baktıklarına,
umut dağıtırken oralara, dağıtır beni buralarda.
Sorma,
hiçte acınacak halde...
Bir tanecik canımın Sen takıntısı,
Sen’sizlik, Ruhumun ziynet takısı,
şairliğimin tüm kelimeleri, olumsuz ön ekleri,
bağlaçlarından tut da, anlamsızlıklara kadar,
gözümün gördüğü her şey Sen’sin.
Bir tanecik...
Güneş’le dansımın son koreografisi,
Aşk, bir dizi arabesk balesi, hisli-hisli,
ağlıyor Martı’lar, içli-içli, Oğuz bahanesi.
Bitmediğini biliyorsun,
henüz bitmeyeceğini biliyorsun,
ne kadar hüzünlü müzik...
Sonra bakıp gözlerime,
‘bu sana son doğum günü hediyem’ diyebildi,
Ben’sizlik sana, Sen’sizlik bana, Hoş geldi.
Ama yine eli boş geldi,
boşunadır her şey, üzülmeler bile,
aklımın...
Bu gün doğum günüm.
On Dokuz Mayıs…
Ne değerli bir gün değil mi?
Doğduğum Cuma gecesi,
ne mübarek bir gece değil mi?
Bundan mı hissiyatlıyım,
sanki bir şifresi var gibi, anlatmak istediği bir şeyleri var sanki kaderimin.
...
Oğuz, inat keçisi, Sen günah,
sevap dağıtır İlah, giden yok,
giden çokta, aralarında değilken biz,
giden olsa da bilemeyiz yokluğu.
Aşk kalbe bulaşan leke, tek hece,
binlerce kafiye ile anlatılamayan...
Aşk’ın rengi, yeşil,
kulağıma dudaklarından serpiştir sesi,
bir Güneş’lik ömür Sen’sizliğin bir günü,
vaktin neden geçmediğini mi soruyorsun?
Sen’sizliğe anlat Sen’i,
anlamaz değil mi...
Aşk her şeyse, her şey gitmiş benden,
gökyüzü mavisinin sonu gelecekmiş gibi,
göz yeşilinin öyle değil işte.
Varlık yoktan gelir,
başı yoktan var edilenin gönlü,
elbet sonsuzluk taşır Aşk’ı,
sonsuz olabilen yaşar...
Onların Aşk’ı, Oğuz’un maskesidir,
Sözleri içlerinde gizli binlercesinin,
gözlerinin göremeyeceği kadar kalabalıklar,
içlerinde bir ben aktayım,
beyazlamış görüntümün altında karamsarlığım,
hatırladıkça yanar aklım…
...
Nasıl hissediliyor acı?
Madencinin nefese ihtiyacı?
Böyledir Aşık hissiyatı,
her günü nefessizlik.
Bu iş benlik değil artık,
bir şekilde sönecek yangın.
Soğukta işlemez Aşığa,
sıcakta,
anlamaz ki laftan,
ne...
Zamana hükmedebilseydim,
geriye sarar, gideceğin ana kadar gelir,
tekrar başa sarardım günleri.
Sen’sizlik böyle bir şeydir.
Buna Aşık fikri deriz, içten gülmeyiz,
dışımızda abartı gülücüklerle moral veririz...
Trilyonlarca roman okusa da gözün,
bir tek sözümde kalır onca hikaye,
Oğuz Aşk’tan, esmer yağız,
Sana benden başkası hurafe, rivayet,
Gözkapaklarımda Sen dolu rüya belleği,
zihnime kazıyıp ölümsüzleştiriyorum...
Beni anlamıyor olman da beni ilgilendirmez,
Sen’i seviyor olmam, Sen dahil hiç kimseyi alakadar etmez,
bu benim Ömrüm, Sen’i sevmek istiyorsam, severim.
Sen’sizken bile.
Densizlikte, gel de anlat...
Oğuz, Aşk’ın dört harfe yükselmiş hali,
başka bir boyut gözlerimin izlediği Sen,
bir başka güzeldir, Sen’i benim gözlerimden izlersen,
başka istekli olursun Aşk’a.
Canın yanar da, anlatamazsın derdini.
Başlı...
Beni Sen’sizliğe mahrum bırakma,
Sen’i bana mahzun bırakır bahar,
Yaza döner kış, boynu bükük kalır sonbahar,
hiç olmasa da, bir karınca kadar hatırım var,
buna güvenip bekliyorum gelmeni,
zerre kadar hatırını...
Gitmek üzereyim,
Sen’i sürekli bir şeylerle kıyaslamaktan sıkıldım,
eşin benzerin olmadığı için Sen anlatılamazsın,
yine de Sen’i en güzel ben anlatırım… Anlatacağım,
Gökyüzüne kestirme bir yoldur...
Sen Oğuz’un binlerce şiirsin,
Ruh’umun bir kelimesi, Aşk’sın.
Ruh’umun duvarları bu beden,
kurtulup yükseldiğim zaman gerçek ilhama,
uyanacağım yokluktan, varlığa değecek başım.
Başımın fikri günah, güneş...
Önceden yüzüne bakınca hatırlardım gökyüzünü,
yeryüzü benim yüzümdü, öyle ayrılmaz sevgiliydi.
Şimdi, gökyüzü hatırlatıyor yüzünü, onda asılı Güneş.
bir parçası yüzümde…
Hiç üzülme, en güzel sözlerin zihnimde,
dökmedim kaleme, son...
Aşk, işlenmeye devam edilen hatadır,
ilk hatada uslandırmazsan gönlünü,
alışırsın, ardı arkası kesilmez Aşk’ın.
Ben kaç yaşındaysam, o yaşta Aşk’ın,
Sen ne kadar uzaksan o kadar var Aşk’ın,
Haydi, elinizden...
Gerçekten bitmek üzeresin,
neredeyse,
şimdi ben de gidersem,
yazdığım tüm şiirlerin tezi çürür değil mi?
İşte Sen giderken, beni de öyle çürütmüştün.
Ne dersen de, istersen duygu sömürüsü de,
öyle gidilmezdi. Gidilemez.
...
Uykusuzluk gibi olsan keşke,
gelsen de gitmesen tüm gece, her gece.
Ve tüm gün, her gün.
Uyku gibidir vaktin, bir varsın bir yoksun,
bir de diyorlar ki ‘Oğuz artık uyusan.’
uyursam rüyamda görürüm...
Merak ediyor musun beni?
Aşk’sız uyanmadığımdan, Aşk’sız geçmez günüm,
Sen’sizliğe uyandığım için her gün, geleceksin hayalleri kurarım,
kurarım da kurarım, saat 12’ye yaklaşınca o günün ümidi can verir...
Uykumun rüya kabahati, unutturmaz silueti,
marifetim, uykuda bile sesini duymaktır.
Bunca Aşk’a sırtını dönüp gitmek, gaddarlıktır.
Sahiden, ne oldu vicdanına?
Başka bir aşk mı gördün oralarda?
Kainatı koy terazinin...
Sebebini bilmediğim sebeplerden ağlardın,
kendimi suçlayıp, anlamaya çalışırdım ağlayışını,
bana anlatmayacak kadar Aşk’sızdın.
Sonra yüzünde süzülürdü gözyaşların,
benim bile yüzüm kaşınırdı.
Ne içtenlik...