Yığınak

İşte yine ben… Her şey benimle ilgili değil mi? Nasıl da her şey ama her şey benimle ilgili. Beklentilerin benimle ilgili, beklediklerinin hepsi benimle ilgili.

Biliyor musun… benim de “benimle” zorum var.

Aslında “benimle” ilgili neyim var neyim yoksa seninle ilgili. Ama henüz sen bunun farkında değilsin. Çünkü ben sana yetişmeye çalışırken, her şeyi kaçıran adamım… Hayatı, sevgiyi, aşkı ve özel günleri. Evet, özel günlerin benim için önemi olmasa da senin için önemli. O yüzden benim için de önemli. Ne var ki, bunca karmaşa ve kargaşa içinde buna odaklanmam beni zorlayabiliyor. Böyle olmasını istemesem de böyle.

Ve biliyor musun… senin hiç umurunda değil burası. Burayla ilgili hiçbir mazeretin yok. Ancak şunu bilmelisin… burası senin için var. Sen benim için ve ben senin için varken, burası çok kıymetli olmalı.

Ne bunalım ama…

Anlatıyorum, dinlemiyorsun,
bağırıyorum avazım çıktığı kadar, duymuyorsun.
Sen benimle ilgili her şeye tıkamışsın kulağını, ama unutma, her şeyin benimle ilgili. Ben seninle ilgili şeylerle ömrümü tüketiyorum, sen işte tam da bu yüzden bensizsin…

Ne bunalım ama… işte yine gelip, burada bu saçmalıkları zırvalayıp duruyorum. Okumadığını, okumayacağını da biliyorum üstelik. Ama bunları zırvalamaya ve buraya gelmeye devam edeceğim. Çünkü seni sana anlatmayı denedim, seni herkese anlatmayı da denedim, seni kendime sürekli anlatıyorum zaten, olmuyor… bir türlü dolmuyor, doymuyor birbirimize karnımız. Sen bana aç, ben sana açım… Evet, evet, sana hiç mi hiç tok değilim. Ve bu açlığımı biraz da olsa dindirmek için tüm bu saçmalıklar. Zaten burası da olmasaydı, muhtemelen delirmiş bir adam olurdum. Evet, deliliğimin üzerine bir bu kadar daha delilik eklediğini düşün ve öyle delirdiğimi hayal et.

Biliyor musun… belki de tüm bu bunalım tavırlarım, muhtemelen senden önce gideceğim içindir. Belki o zaman değerlenir burası. Hatta buraya bir isim bile vermeliyiz. Ne demeliyiz sence? “Sığınak” olabilir mi? Olmaz sanırım, buraya uğradığın bile yok. Olsa olsa, “yığınak” olur burası… değersiz duygu ve düşüncelerimin yığınağı…

Ne kadar çok yük yığdık birbirimizin üstüne… birbirimize sorumluluklar yükleyip, inanmadık sonra birbirimize. Üstelik iletişim kurabildiğimiz tek yöntemle birbirimizin canına kıydık. Sözlerle… Evet, sen inanmasan da ve ben sana inandıramasam da sözlerin o kadar keskindi ki, kalbimin atar damarını kesti bir seferde. Ben her seferinde iyileştim, ayağa kalktım. Ama sevgilim, artık ayakta durmaya da gücü yok ruhumun. Sanırım ruhumda “ben” kalmadı.

Çaçaron konuşur aşkıyla…

Güneş, devirdi gökyüzüme bulutlarını…
Hepsi denizimden yükseldi arşa….

Bende ben sen kadar… Sen ne kadar varsan o kadar varım ben ve şu efsanevi sözcükleri etmekten haz duyduğu kadar laneti ruha. Avcuna düştü gözyaşlarım, sen ellerine inanmadın sonra… Avuttum kendimi orada, şurada bir ayyaş gibi içiyorum işte. Aklım başımda değil, Sen’de… aklım bende değil uzun zamandır… uzun zamandır bağırıyorum sana, sen artık kulaklarına inanmıyorsun… ben gözlerinin önündeyim, sen görmeye inanmıyorsun…

Ağır yükler var sırtımda, bir Yiğit’in rızkını taşıyor omuzlarım… taşıyabildiğim kadarı var kaderimde ve kaderimdeki kadar nasibim, nimetim. Oysa Aşk, paha biçilmez gerçeklikte. Sen artık gerçekliğe inanmıyorsun. Sen artık gördüklerine değil, görmeye bile inanmıyorsun.

Oysa yüzümün kırışıklıkları üzüntü.
Yüzünü görünce yüzümün ütüsü.

#Yasef / Avucuna düştü göz yaşlarım, sen ellerine inanmadın sonra…