Benim Adım Yokmuş

Ben şu aptal kafiyeleri yazan adamım.
Hani kimselerin anlamadığı satırları yazan, aşka atfedip, kendini paramparça bölüp, yarına umutsuz uyanan adam. Evet, evet, şu aptal satırlarla anlatıyorum sana kendimi.

Şiirlerden medet umuyorum. Umduğunu bulamaz ya insan, misafiri olduğum dünyada aşkı umuyorum. Ummak, umut meselesidir. Umut etmek cesaret ister, cesaret aşıktadır, aşkta değil. Biliyorum… kendimi soktuğum bu karanlıklardan, aydınlıklara nasıl çıkarırım biliyorum… Anlamadığım şey ise, aşkın aslında ömür boyu süren bir gün olduğu döngüsü. İşte bu gerçekten karışık ve karanlık ve biraz da karamsar…

Şiir yazınca ne oluyorsa, yazmayınca da oluyor. Artık eminim.
Seni sevince ne oluyorsa, sevmeyince de oluyor. Artık eminsin.

Yine de sevmek öyle büyük bir güç ki, sevdiğin kişi senden nefret etse bile, sevmene mani olamıyor. İçinden sevmek duygularını söküp atamıyor. Kaç defa kalbini kırarsa, kırsın ve yerle bir etsin dünyanı, hatta güneşte dağlasın kalbini, gözlerini, vazgeçmedikten sonra hiçbirinin anlamı yok ve sevmek öyle büyük bir güç ki, zalimlerin asla sahip olamayacağı kadar büyük.

Bunu nasıl anlatırım, nasıl anlatırdım bilmiyorum.

Küçüktüm, kulaklarımda çalan şarkılarla anlatmıştı insanlar aşkı, kimisi satırlarca yazmıştı, kimisi boyalarla resmetmişti… Ben hepsini denedim, sesim kötüydü ve şarkılar yapamadım. Gölgelerle aram iyi olmadığından, boyayamadım aşkı. Ben sadece yazdım… İçimden gelenleri, üstelik bir sonraki satırda ne yazacağımı bile düşünmeden, tıpkı bu satır gibi. Tıp ki bu paragraf ve tıpkı bu saçma sayfanın tamamında olduğu gibi.

Varlık meselesi haline getirdim aşkı, aslında varlığımla var olduğunu biliyordum. Tıpkı yazılan şarkıları yazanların varlığını bildiğim gibi. Sensizlikle kafayı bozup, başı bozuk satırlar yazdım çoğu zaman ve sen olmaya çalıştım hep… oldum da üstelik, aynada senden başka kimseyi göremediğimi hatırlıyorum. O zaman da kendime soruyordum, “Bana ne oluyor da böyle içimin en ortasından, canımı verecek kadar, canımdan vazgeçecek kadar çok seviyorum?” Daha önce hiç tanımadığı, dokunmadığı, koklamadığı birini insan nasıl canından çok sever ki… Hayret doğrusu!

Gel gelelim şu saçma şiirlere. Ömrümün törpüsüne. Ben yazmaktan bıkmayacağım sanırım. Seni anlatmaktan özellikle. Belki de meziyetimin tamamı budur, seni yazmaktır varlığım. Seni dinlemek ve senin hayalinle uyumak. Yine de canımın yanmasını bastırmıyor hiçbir güzel hatıra. Ya da daha büyük acılar bastırmıyor daha küçük acıları, o acıları hala hissediyorum ruhumda. Aslında bileğim güçlüdür, omurgam sağlamdır, öyle birkaç yumrukta devrilmem. Ama bu acıya dayanamıyorum, küçücük oluyorum… dizlerimi karnıma çekip, sızımın geçmesini bekliyorum.

İşin kötü tarafı, en azından benim bakış açımdan kötü tarafı ne biliyor musun? Bilmiyorsun ve anlatsam da anlamayacaksın zaten. O yüzden şiir faslına geçelim.

Her zamanki klişe, işte, bir şiir.

Sevda yüreğimin davası.
Bir papatya meselesi değil.
Seviyormuş, sevmiyormuş.
Kime ne, bana ne.
Nasılsa yokmuş.
Yoktu zaten 13.5 milyar yıldır.
Şimdi kimsesizliği terk etmenin ne manası var?
Şimdi kendimi sana terketmek vardı aslında.
Bana terk edilmek vardı kaderinde.
Şimdi kimsesizliğe terk edilmenin ne manası var?
Hatırla. Bir sen vardın avuçlarımda.
Benim adım yokmuş.

Bu yüreğimin davası.
İdamı yokmuş.
Olsa, çoktan asardım köprücüklerine boynumu.
Ölümün karanlığı yenemeyecek yokluğunu,
bu ölüm meselesi değil.
Bir ölümlük ömrüm çok mu gözlerine?
Sen’sizlik ölmenin sen hali değil mi?
Hem ölsem ne kalır geriye ölümden başka?
Ölsem, anlaşılır mıyım ölünce?
Benim adım yokmuş.

Şu zehir bayramını da kutladık sayende.
Sahi, sahne senindi, piyes senin,
Kime hangi rolü yakıştırıyorsan o rolde.
Benim rolüm yokmuş.
Benim adım yokmuş.

İlk mantosuz kanto.
Mavi bir hırkanın üzerinde hala kokun.
Kokuna sarıldım donuyorum.
Ve seyrediyorum geceyi,
zehrediyorsun lacivertimi,
Güzel sabahı yokmuş.
Benim adım yokmuş.

Bu kalbimin davası,
Bu kara başımın kara sevdası.
Dahası var, daha karası,
cabası yokmuş
Benim adım yokmuş.

Bu hayatımın davası,
Canımı dişime takıp öyle sevdim seni,
Öyle sevdi güneş seni.
Öyle sevdi ay, öyle sevdi bulutlar,
zaten bizden başka kim sevdi ki seni?
Zaten bizden başka kim sever ki seni?
Başka kimsen yokmuş.
Benim adım yokmuş.

Şimdi kırık oyuncakların müzesi kalbim.
Karşıya giden bir vapurun peşindeydi martılar.
Onlarınki simit davasıydı.
Güldürmek davasıydı Charlie Chaplin’in ki de.
Güldürdü de, sonra her çocuk büyüdü,
her büyük öldü, farkındaydı şair…
Denizle söndürdü sigarasını şair,
Dizlerinde uyuttu öğle güneşini şair.
Göğsünde papatya tarlaları yerine bir kist vardı kadının.
Onunla birlikte kanser oldu şair.
Şairin adı yokmuş.

#Yasef | Benim adım yokmuş sende, sen her adımda aklımdasın…