Kızıl gökyüzünün yüzü,
turuncu bukleleri hüznü dağıtır,
yanaklarından süzülür damlaları,
ve işte yine o an,
kızılçamlar patikasında,
tutup bileklerinden,
bakıp gözlerine,
söyleyemediğin ne varsa,
haykırıp...
-Ben hazırım!
Merhaba! Majör depresyon, panik atak, kaygı bozukluğu ve manik depresife eşlik eden Oğuz. Evet, bizim Siyahçerde‘den geriye kalan Oğuz, yine yalnız kalan Oğuz, sizin için...
Biliyorsunuz beni, şiirsel bir budalayım, duygusal bir yatalak… ve aptalın tekiyim… ben beceremem öyle yalanları, ben beceremem plân yapmayı ve insan aldatmayı…
İnsanlar nankör, insanlar tuhaf ve insanlar her zamanki gibi...
Bilmem ben beni,
bilmem ne var benden içeri?
Bilmem ne var yarına,
bilmem ne var Sen’den ötesi?
Gelirim Sana, gitmem!
Gelirim Sana, Sen’i bilmem.
Gelirim, yürürüm, cahilim.
Giderim Sen’den uzağa, bilmem...
Papatyaları koparanlara öfkelenecek kadar merhametliyim, öldürecek kadar da cani. Ve onların koparıldıktan sonra koktuğunu öğretene aşık olacak kadar nazik.
Değişmeyen tek hissim bu...
Burası benim yangım yerim,
ve hoş geldin alevime…
Küllerimden ev yap rüzgarlara,
fırtınalara…
Güneşsiz günlere ve soğuk sabahlara,
sahilinde parçalanmış bir tekne gibi,
dalgalara terk edilmiş çoktan.
Aşkı...
Ne kadar da aptalım! Tüm bu bunalım tavırlarım altında her gün biraz daha kaybolurken, eskilerin içimde kanattığı tüm yaraları sarmaya çalışıyorum. Tuhaf kelimelerle, anlamsız yüklemlere yüklüyorum anlamları. Şimdi hepsi anlamsız, oysa anlamlı...
Artık eskisi gibi olmayacak! Hiçbir şey…
Çünkü görüyorum insanları, onlar futboldan zevk alıp avazınca bağırıyorlar anlamsızca. Çünkü onlar anlamsız maddelere anlam yükleyip, peşlerinden koşuyorlar bir ömür. Oysa yaşamak...
Bir varmış, bir yokmuş… biri varmış, diğeri yokmuş.
Bizim ki aslında çok safmış, insanları kendi gibi görür ve biraz da ayran gönüllüymüş. Her söylenene inanmazmış ama çoğu zaman art niyet aramazmış söylenenlerin arkasında.
...
İnsanlar ölüyor avuçlarımda… avuçlarım toz, avuçlarım toprak içinde! Ve ben soğuk ellerimle koşuyorum ateşlere, vazgeçmiyorum affedilmeyi ummaktan… korkuyorum, ve korkmakta haklıyım! Artık kendim için “burada”...
Aslında ne günümü doğumu vardır, ne de batımı!
“İyiyi ve kötüyü bilme” nimeti insan zihnine yüklendiğinden bu yana kaos döngüleri içinde kendini var ve yok etme savaşındadır. Bu savaşın kazananı veya kaybedeni...
Daima yakındığım bu dünya, aslında anlamsız, bana sadece inancımın ödüllerini verecek bir araç. İnsanların bunun farkında olmamaları ne kadar da kötü… Sayısını bilmediğiniz kadar galaksi, güneş sistemi belki evrenler… ama siz...
Onlar, önemli değiller artık. Onlar, önemsizler artık!
Evet, öyle… insan bir zaman sonra önemsizleşir böyle. Artık şiir yazmayan bir şair ve henüz şiirleri bitmemiş bir kadın… boşlukta ve sessizler. Oysa doğa böyle değildir...
Gülümse, artık sırtında yüklerin yok. Artık onlar için üzülmüyorsun, buna ağlaman gerek ama sen gülümse. Yıllarca ağlasan da gözlerinin kör etmekten başka bir şey olmayacaktı. Onlar iyileşmeyecekler… onlar artık iyileşemezler. Bozulmuş ve...
İstanbul, kirli havası, sabırsız insanları ve çirkin trafiği. Çığlık çığlığa martıları, koşuşturan garip kedileri… İstanbul, çoktan yüzyıllar boyunca dillere destan olan tarihini unutmuş, çoktan vazgeçmiş bir kent.
Ben bu kentte...
-Hoş geldin…
Hoşbulduk.
-Ne düşünüyordun?
Hiç, öyle sıradan şeyler, halının desenlerini seyrediyordum.
-Peki, nasılsın, nasıl hissediyorsun kendini?
Biraz...
Merhaba, nasılsın?
-İyiyim, teşekkür ederim, peki sen nasılsın?
İyiyim, sıradan, normal diyelim!
-Pek normal diyemeyiz ama normal diyelim!
Evet, aslında normal diyebilmek için her...
-Merhaba.
Merhaba.
-Nasılsın, senin için hayat nasıl gidiyor?
Evet, oldukça çok şey değişti diyebilirim. Şükürler olsun ki hepsi iyi, zihnim dışında. Onu susturmak epeyce zor ve gün geçtikçe...
Başlangıç‘ta söylediğim gibi… her insanın hayatı “arayışlarla” doludur. Öyle olmalıdır. Arayış, insana amaç olur, neden verir… Ne var ki insanların bu...
Siz ona “Felsefe” diyorsunuz… bense her olguda olduğu gibi kriteri neyin belirlediğini sorguluyorum. Öyle ki, felsefenin tanımını yaparak felsefeyi, tüm olguları anlatabilmeye de felsefe diyorsunuz… oysa bir olgunun böyle...