Eskisi gibi olmayacak!

Artık eskisi gibi olmayacak! Hiçbir şey…

Çünkü görüyorum insanları, onlar futboldan zevk alıp avazınca bağırıyorlar anlamsızca. Çünkü onlar anlamsız maddelere anlam yükleyip, peşlerinden koşuyorlar bir ömür. Oysa yaşamak güzeldir!

Aslında ne kadar da çok şey var bir ömür içinde… aşk, doğa, hayvanlar ve sevgiler. Bir aşk kadar yaşıyordur belki de insanlar bir ömür içinde… Neyse ne, artık eskisi gibi olmayacak. Artık aşkı yazdığım gibi hissetmiyorum. Önceden kelimelere sığdırmaya çalışır, sayfalarca anlatmayı denerdim… bunun anlamlı olduğunu sanırdım. Oysa anlamını kendimin verdiği bir şey ne kadar anlamlı olabilirdi ki? Ona anlam yükleyen bendim, O’na kelimeleri süsleyen bendim. Şimdi bensiz, kimsesiz.

Belki de benim yaptığım yanlıştır ki zaten çok az şeyi doğru yaptığıma eminim… belki de hayat onlarınkidir, hayat pahalılığından bahsedip bir kuru soğanın bir kuru ekmekle yenemeyecek kadar pahalı olduğundan bahsedip, birkaç dakika hayıflanıp, kapatmaktır bu bahsi.

Belki de benim sessizliğim yanlıştır ki zaten çok konuştuğumdan doğruları hep ıskaladı insanlarım… ne bileyim, öğrenmelerini istemiştim, bilmelerini istemiştim bildiklerimi… o yüzden sesimi duyuyorlardı. Şimdi sessizliğin tüylerini ürperttiği bir gerçeklikteler, bunca saçma insan yığınıyla aynı trendeler ve sürüklenip gidiyorlar bilinmezliğin içinde.

Belki de benim bulunduğum yer yanlıştır ki zaten hiç doğru yerlerde olamadım… ne bileyim, gözlerinin önünde olmazsam iyileşirsin sanmıştım ama şimdi bıraktığım yerde volta attığını görüyorum. Üzülüyorum elbette ama insanlar böyledir, onlar haksızlığın, kendi uydurdukları ülke sınırlarından geçince değişeceğine inanıyorlar…

Belki de benim dualarım yanlıştır ki zaten bunca günahla yüzsüzlük olurdu yaradana yakınmak… ne bileyim, yine de içimde O’na karşı derin hisler ve tevazu var. O’nu seviyorum ve O’nun da beni sevdiğini biliyorum. Oysa insanların çoğu bunu unuttu ve heveslerine aldanıp, kendi aldanışı gibi kandırdı herkesi, çürük binalar, çürük yiyecekler, çürük nesiller yetiştirdi… Sonra ellerini kaldırıp, tüm bu hezeyanı önlemesi için yalvardı, oysa kendi elleriyle mahvetmişti her şeyi. Umarım affediliriz…

Hâlâ sıradan hayatlar isteyip duruyor insanlar ama zaten sıradan değiller mi? Zaten aşağılık olmalarına rağmen kendilerini gördükleri şu dev aynası değil mi? Eskiden insanlar su birikintilerindeki yansımalarına bakıp, başını kaldırdığında gökyüzünü görürlerdi… oysa şimdi taş binalar, taş kaldırımlar, taş yollar ve her şey taştan artık. Tüm imkânlarına rağmen onlar sıradanlığı isteyip savunuyorlardı… sıradanlık onlara verilince istemediler, hayıflandılar ve koşarak kaçtılar olması gerektiği gibi olmuşlardan… yokmuşlara…

Belki de haklısındır, “beni olgunlaştıran şeydir duygusuzlaştıran” ve hissizleştiren. Artık üzülme mekanizmam daha az canımı yakıyor, artık anlam arayışlarımın sonunda karşılaştığım anlamsızlık yormuyor. Eskiden içtiğim sigalar keyif verirken şimdi yarıda söndürüp ciğerlerime ettiğim eziyetten kızıyorum kendime. Sadece bunun için değil, birçok şey kızdırıyor artık beni… kendi yazdığım şiirlere bile tahammülüm kalmadı. Ara-sıra mucizevi-efsanevi hissettiriyor, hatta “Benimle Konuşmak” geldi şimdi aklıma, şair şöyle demişti; “Sen bir memleketsin, ben gurbetteyim”...

Belki de yanlış olan benim coğrafya bilgimdir… ki coğrafyayı iyi bilirim ben! Buna rağmen iddialı değilim hiçbir gezegen konusunda… şu sınırlar ve şu isimler… hepsinin uydurma olduğunu anladığınızda çok geç olacak ama iş-işten çoktan geçmiş olacak. Evet şu kıtalara verdiğiniz tüm isimler uydurma, kağıt parçalarının üzerine çizdiğiniz haritalardaki sınırlar uydurma… Bu topraklar kimsenin öz hakkı değilken nasıl da bizatihi kendilerininmiş gibi hak iddia ediyorlar, anlamsız…

Belki de benim sağ yanağımdaki gamze kusursuzdur… Oysa kusurlara aldanıp hep kusur arayan gözlerimizin de suçu değil, bu suç kalplerin, çünkü gözlerin gördüğünü değil, görmek istediklerini gördüler o gözlerle. Sonra inkâr ettikleri ne varsa sımsıkı ona sarıldılar insanlar. Bu böyledir, insan çok nankör ve az şükredendir.

Beli de benim felsefem yanlıştır, bende sadece görmek istediklerimi görüyorumdur ama yine de mantığım bana sizin gördüklerinizin doğru olmadıklarını, anlamsız olduklarını dayatıyor. Çünkü mantığın ulaştığı sonuç sebebi ne olursa olsun doğrudur. Bu doğrular bizi ehlileştirir ve anlamlı hale getirir. Oysa şimdi bir acizlikten bir kuvvet doğduğunu savunacak fikirleri okuyor, bu sapkın fikirlere nasıl anlamlar yükleyebiliyorsunuz diye hayret ediyorum zihinlerinizin çalışma mekanizmalarına… Çünkü neyin anlamlı olmasını istiyorsa, doğru veya yanlış onu anlamlandırabilir insan, bu böyledir, insan çok bilgisiz ve inanmak istediğine inanan varlıktır.

Şimdi şu nesnelere duyduğunuz ilgi yetersizmiş gibi birde zamanın onları yıpratmasına hayranlık duyuyor ve antikalara değer veriyorsunuz. Oysa yenisinden bir hayır gelmemiş maddenin eskisinden ne hayır gelebilirdi ki? Oysa insan yaşadıklarından çok yaşanmışlıklarına eşlik edenlere değer veriyor, oysa “an” dediğimiz lahzanın kıymeti önemli olmadı hiç. Bu böyledir, insanın değer verdiği her ne olursa olsun, elle tutulur ve gözle görülmediği sürece değersizdir. Çünkü tüm bu değeri bir başkasına gösteremez ve onu anlatamaz. Ve salakça üzerinden asırlar geçmiş olan nesnelerin peşinden koşup dururlar, neresi olursa olsun, Antakya’sından Antartikasına…

“Belki de ölüm beyazdır.” demişti bizim şair… Diğer şairler gibi, “açmadığı dalda sözü geçmeyen” herkes yine de bir söz söylemişti ölümlülere… tıpkı benim çabam gibi, tıpkı zaten zamanın öldüreceği insanları dünya çıkarları için öldürenler gibi.

Belki de şu yalnızlık meselesi insanın kendisiyle ilgili değildir… tüm diğer insanlarla ilgilidir. Aslında insanlar hiç yalnız değildirler, onları sarıp-kuşatan ilahi bir güç vardır… ne var ki insanlar çok işitip, çok görmelerine rağmen az duyar ve az görürler. Oysa yalnızlık insanın “nedenliğine” çok güzel bir kanıttır.

Fransızca’nın anlatamadığı neyse diğer tüm dillerin de anlatamadığı odur. Aslında bunun dillerle de ilgisi yoktur, bu tamamen insanın anlatamayışı ile ilgilidir. Yine de insanlar yüzyıllardır şiirler, şarkılar, kitaplar ve piyesler yazıp dururlar. Ne var ki kendilerini anlatabildiklerine asla ikna olmazlar. Ne kadar yazarsan yaz, sonunda kaderin bizim için yazdığı sonu kucaklayacağız… Buna rağmen sofistike görünme çabalarından biridir tüm bu safsatalar. Çünkü şöyle demişti bizim şair; “Dilini bilmediğin bir şarkıyı dinlemek gibidir yaşamak.”

4 Milyon Dolarlık Aşk Acısı… tüm insanların budala oluşlarının bir kanıtı daha. Yenisi veya eskisi farketmez, Zellanda’sı veya Norveç’i de öyle. Aşk’ın acısını unutturacak herhangi bir şey icat edilmediğinden avutabilmek adına dünyaları harcarsın, içinde diğer tüm insanlarıyla birlikte. Ama 7 milyarda 1 ihtimal gerçekleşmiş, aşık olduğun kişiyi bulmuşsundur bu insan yığını içinde… işte tüm mesele burada ya zaten, tüm ihtimaller gerçekleştikten sonra olasılığının mucizesine dair kıymet yok sayılır.

Her kent yıkılacak. Depremler, seller… bunu engellemek için insan yegane varlığı olan aklını ve akla bağlı vicdanını doğru kullanmamış. O halde şimdi buna üzülmekte gereksiz, geriye döndürmekse imkânsız. İnsan böyledir işte, yok olmak üzere yaşar, yok olmak üzere inşa eder, yok etmek üzerine çalışır, mahvetmek üzere uyanır.

Evet, gecenin güzel bir rengi vardır. Keşke gecenin kıymetini bilselerdi. Şimdi saat 06:38 ve dün geceye borçlu gözlerim. Uykusuz! Oysa uykusuzluktur bize gecenin güzelliğini anlatan… hiç isyan etmedim gözlerime.


Ne demişti bizim şair?

Yüzyıllardır aptalım,
çünkü aşığım.

#OD | Bendeniz * Bir gerçekliği var bulutların avuçlarımızda.