Kelebek Misali

Ne kadar da aptalım! Tüm bu bunalım tavırlarım altında her gün biraz daha kaybolurken, eskilerin içimde kanattığı tüm yaraları sarmaya çalışıyorum. Tuhaf kelimelerle, anlamsız yüklemlere yüklüyorum anlamları. Şimdi hepsi anlamsız, oysa anlamlı gelirdi önceden. Şimdi neden önemini yitirmiş olabilirler ki? Aslında “ben” aynı “benim” ama sanırım “sen” aynı “sen” değilsin. İşte çürüttüğüm başka bir tezim daha.

Artık anlıyorum ve üzülüyorum! Tüm bu olan-bitenin sonunda nihayete varacağını bildiğimden beri. Trilyonlarca galaksi, katrilyonlarca gezegen… hepsinin bir ihtişamı var ama hiçbirinin önemi yok. Sanırım aşkı tüm bu ihtişamın arkasındaki güce beslemeliydim. Geç kalmış sayılmam!

Artık anlıyorum ve istemiyorum! Tüm bu olan-bitene bıkkınım. Görmeyi ve işitmeyi geçtim, hatta düşünmek bile istemiyorum. Bir insan kendi türünden bu denli nasıl tiksinebilir bunu sorguluyorum şimdilerde. Nasıl tiksinmesin ki, her gün masumlar öldürülürken, her gün geçici bir dünya hevesiyle kendilerini zengin etmek için yüzlerce insanı açlığa ve ölüme terk etmişlerken nasıl tiksinilmesin ki?

Artık anlıyorum ve bunca zaman kendime nasıl eziyet ettiğimin farkına varıyorum! Çünkü hiçbirisi hiçbir şekilde hiçbir iyiliğe değmiyorlar. Hiçlikte olanlar hariç! Bir insan hiçliği benimsediyse her şeye değer. Ama onlar hiçbir şeyin farkında değiller. Yazdıkları yalan! Söyledikleri yalan! Gösterdikleri yalan! Görüntüleri sahte ve boyalı.

İşte yine tüm hayallerimin ve insana dair ümitlerimin koparıldığı andayız!

Bundan kurtulmak imkansız, bundan kaçmak imkansız. Ne zaman ufacık bir umut kırıntısı belirse ufukta, afaklara çöken yeni karamsarlıkların karanlıkları onları görünmez kılıyor. Bundan kurtulmak imkansız. Ve keşkelerim çoğaldı… pişmanlıklarım azaldı.

Eskiden böyle olacağını dile getirmiş ve geleceğe dair nasihatlerde bulunmuştum kendime. Yine de tüm nasihatlerin aksine canımın yanacağı yere vardım. Şimdiyse ardımda hiçbiri yokmuşçasına keşkelerimin altında eziliyorum. Böyle olmasını istemedim ama bizzat benim ellerim böyle olmasını sağladılar. Böyle olmasına neden oldular. Yorgunluklarımı uykuyla atabileceğimi düşünerek saatlerce uyuyorum. Hâlâ çok düşünüp, az cevaplar bulabiliyorum kendime. Hâlâ!

Neyse ki saat yerinde durmuyor, akıp gidiyor. Muhtemelen saati durdurmanın veya tamir etmenin bir yöntemini bulsaydım bile istemezdim. Çünkü bu çok ürkütücü olurdu. Hak ettiğimin bu olmadığını da düşünüyorum. Çünkü kötülere ölmek bile yakışmayacaktır.

İstanbul’u özledim!

Burada çok az martı var, burada denizin yosun kokusu da yok. Burada sadece soğuk var, hiçbir şey yapmıyorken bile üşüten soğuk var. Burada tanıdık kimse yok. Burası bildiğin gurbet. Oysa İstanbul hiç böyle değildi. Soğuk olsa bile tanıdık sıcak yüzler vardı. Onları görünce içim ısınırdı ama buna rağmen onlardan kaçmak isterdim. Onlar olmadan daha iyi olacağımı düşünürdüm. Aslında kısmen haklıydım! Şimdi yalnızlığa doydum. O hep yalnız kalmak isteyen ben artık kimsesizlikle iç-içeyim ve dışımda soğuk bir memleketin gördüğü bronza dönmüş tenim.

Evet, İstanbul güzeldi, Bakırköy, Haliç, Galata ve Halıcıoğlu… kirli görüntülerine rağmen orada olmak mutluluk vericiydi. Şimdi eski mutluluğu alabilir miyim onlardan, bilmiyorum! Saat kaç olursa olsun bir canlılık belirtisi vardı yine de, belki o canlılık belirtisindendir bu özlemim. Burada kediler bile bir saatten sonra bir köşeye çekiliyor. Burada kuşların sesleri rahatsız edici. İşte, hep istediğim o kimsesizlikteyim.

#OD | Bendeniz * Kimsesizliğin can sıkıcı sessizliği.