34’üncü Saat

Papatyaları koparanlara öfkelenecek kadar merhametliyim, öldürecek kadar da cani. Ve onların koparıldıktan sonra koktuğunu öğretene aşık olacak kadar nazik.

Değişmeyen tek hissim bu sanırım…

… geri kalanımı değiştirdi zaman! Geri kalanımı geçmişe süpürdü zaman… ve zaman akıp gitmeye devam ettikçe kalbim taşlaştı, duygusuzluğum normalleşti.

Çünkü değişti müzikler, değişti arkadaşlıklar, değişti ağabeyler, değişti siyasetler, değişti aşklar… Hepsinin sebebi zamandı… Çünkü artık daha hızlı! Bulutların anlamı kalmadı, onlara bakınca uzaklara dalıp gitmiyorum mesela… gökyüzüm çalındı, papatyam koparıldı, nazeninim sıklaştı, martılarım uzaklaştı, sessizleşti, el oldular bir-bir…


1998 Oğuz’tos muhtemelen, benden başka kimsenin olmadığı bir sokakta, karıncıların yuvasını bozduktan hemen sonra, güneşin ısıttığı kaldırımlara yatmış, elimi gökyüzüne uzatıp bulutları yakalayıp gömleğimin içine hapsederdim… kış ayında nefeslerimizin gökyüzüne uçup birikmiş haliydi benim için o bulutlar, masumluğum kadar beyazdılar… öyle düşünürdüm, neye hangi anlamı verirsem öyleydi hepsi, hepsi güzeldi. Sanırım en son mutlu olduğum en net andı. Şimdi üzerinden 25 saat geçmiş… Baksana saat kaç olmuş… Oğuz yokmuş…

Sonra aşk bulaştı üstüme-başıma! Gecem, gündüzüm birbirine girdi. Zaman dengesizleşti, O’nunlayken geçip-gitti, O’nsuz hiç geçmez oldu. Söküp atamadım içimden, hatta üzerini katranla kapattım ciğer sayfalarımın. Bir daha da öyle nefes alamadım, bir daha da öyle mutlu olamadım…


umut.

Alışıyorum yalnızlaşmaya… kimsesizliğe… sessizliğe…
Olmuyormuş madem-olmasın o zaman, bıraktım yakasını, aramadım, sormadım! Çünkü bıktım duvarlara toslamaktan, bıktım canımın yanmasından, uzanmaktan, el uzatmaktan bıktım, artık yukarı çekilmek istemiyorum, elimi bir tutup, bir bırakmaklarından bıktım.

yüksek.

Alışıyorum yalnızlaşmaya… kimsesizliğe… sessizliğe…
Çekiyorum o halde elimi taşın altından, madem öyle, çekiliyorum ben de. Çünkü park yeri bulamıyorum İstanbul’da kendime, zaten bıktım gürültüsünden, inancından, tavsiyelerinden… beklemekten!.. bıraktım yakasını, aramadım, sormadım!

küheylan.

Bu utanç! Bu benim kusurum… utanmazın tekiyim! Af dileyecek yüzüm yok, keşke bir yerim olsa da girsem gönlüne. Keşke kussam tümünü bir seferde ve affedebilsen beni. Pişmanımlık çok yakıyormuş.


34'üncü Saat

Milattan önceye ait bir kayayım, daha öncesini bilmem, kaçıncı saatte öğrenirim bilmem… öğreneceğimden eminim… ama bilmem… onlar gibi olmak istemem… onların bildikleri kendileri, onların tek dinlediği kendi, onların tek gördüğü kendi… neden lazımsa insan kendine, ondandır eminim.

Hiçbir ruhun eşi değilmişim öğrendim… hiçbir zihnin felsefine ait değilmişim, öğrendim… yanlış yerde miyim bilmem… yanlış zamanda mıyım bilmem… gitmek istiyorum ama vazgeçemiyorum kendimden, vazgeçemediklerim yüzünden…

İyileşirim sanmıştım oysa, şimdi daha karanlık, oysa şimdi daha kötümser rüzgarlarım var, sakallarımı okşayıp esiyorlar Balkanlarımdan İstanbul’uma doğru… martılarımın kanatlarına ihtiyaç.

Zamanın bir anlamı kalmadı… zaman sizin isimlendirdiğiniz yıllardan, aylardan, haftalardan, günlerden, saatlerden, dakikalardan, saniyelerden ve lahzalardan ibaret, ne zaman beni biliyor, ne ben zamanı…

bedbîn.

Yıldızları gözlerimde görebilirsin,
canıma susamış gibi aşığım hâlâ,
ormanına susamış bir çöl kaybıyım,
kime sorsan bilir yerimi…
kim bilir kalbimi, nasıl bilir?

Sesim boğazımı yırtar, avazımca,
duyanım yok, duyuların yok,
aldırılmış hislerin doğumundan,
artık uzaktayım, keyfim kaçık…
ne zaman gelir, nasıl gelir?

“Zaman” bekliyor ölmemi,
bekliyorum ölmeyi,
ölüm bekliyor beni, hepsi gerçek,
hepsi gelecek ve hepsi geçecek…
hepsi bitecek. Ne zaman biter?

Bulutları bulabilirsin göğsümde,
fırtınaları hırıltılı nefesimde,
ateş kavuran güneşi tenimde,
hayatının filmini zihnimde,
ne zaman son bulur? Nasıl?

Anlamamak için, anlaşılmamak için var kelimeler. Avazın çıktığınca bağırsan da duymak istemeyenler duymayacaklar, görmek istemeyenler görmeyecekler. Onlar kalpsizler!

#OD | Bendeniz * Kaybediyorsunuz.