Yeniden Merhaba ve Kaos

-Merhaba.

Merhaba.

-Nasılsın, senin için hayat nasıl gidiyor?

Evet, oldukça çok şey değişti diyebilirim. Şükürler olsun ki hepsi iyi, zihnim dışında. Onu susturmak epeyce zor ve gün geçtikçe zorlaşıyor.

-Anladım, aslında dosyan tekrar bana geldiğinde biraz düşündüm, ilk hissettiğim şey “boş ver, ilgilenmek istemiyorum” idi. Başka bir arkadaşımın ilgilenmesini istemeyi istedim… Neden sonra seninle konuşmanın benim içinde bazı dönüm noktalarına sebep olduğunu hatırladım ve tekrar konuşmanın hiçbir zararı olmayacağına karar verdim.

Evet, bende burada oturup, seni dinlemek ve sana bir şeyler anlatmaktan mutlu olacağım ve bana iyi gelecek.

-Görüşmediğimiz bu süre boyunca neler yaptın?

Aslında teknik olarak hiçbir şey diyebilirim. Bilirsin, insan gün geçtikçe öğrenen ve yorulan bir varlıktır, her ne kadar bunu “olgunluk” olarak adlandırsalar da aslında insanlar “yoruldukları” için eskiden takıldıkları konulara takılmaz, önceden üzerinde durdukları konuları hiç görmezler… son 1 yıl özellikle böyle geçti diyebilirim. O yüzden artık bir nevi iyileşim gösteriyorum diyebilirim ama kaygılarım çoğaldı. Sahip olduklarımı kaybetme kaygısı… elbette kendi elimde olanlarından bahsediyorum, sanırım “keşke” demekten çok korkuyorum.

Bunun dışında artık şiir yazmıyorum, yazmayı da bıraktım diyebilirim… arada bir uğrayıp “kendime merhaba” dersem diyorum ve sonra gidiyorum.

Çalışıyorum, son 1 yıldır hastalıklarla uğraşıyorum, hem kendimin hem de ailemin hastalıklarıyla… biliyor musun Febrimiyalji diye bir tanı konuldu… stresten oluyormuş, muhtemelen nedenini tahmin edebiliyorsundur. Hani şu dünya yüklerini sırtıma yüklüyordum ya, her ne kadar bıraktıysam da gizli-gizli taşıyorum ara-sıra.

-Çok ağrın oluyor mu?

Belli olmuyor, bazı günler çok, bazı günler az veya yok… ancak bazen öyle zamanlar oluyor ki, acısı dayanılmaz olabiliyor.

-Umarım bir an önce geçer, ilaçlarını kullanıyor musun?

Elimden geldiğince aksatmamaya çalışıyorum ama beni sarhoş gibi sallıyorlar, pek taraftarı değilim yani.

-Yine de aksatma bence.

Umarım, umarım!

-Evet, lütfen devam et.

Hayır, bence sen biraz anlat… Sen bu süreçte neler yaptın?

-Ben… bu süreçte pek bir şey yapmadım aslında… artık kontenjana ihtiyacım yok, tezler yazdım, kariyerime etkisi ve katkısı olabilecek araştırmalar yapmak için birkaç şehir gezdim… hatta yeni döndüm diyebilirim bu gezilerden… evlendim ve bir yuva kurdum… şimdilik her şey yolunda ve gayet güzel geçiyor.

Çok güzel gelişmeler bunlar. Umarım hepsi ömrün boyunca umduğun gibi güzel olurlar.

-Teşekkür ederim.
Peki sen neden hala yenemedin sence içinde bulunduğun bu kaosu?

Buna “kaos” mu diyeceğiz?

-Evet, herhangi bir sakınca yok, senin dilinden konuştum.

Yok, yok! Herhangi bir sakıncası olduğundan değil, bakışların değişti de birden, hoşuma gittiği için bu şekilde isimlendireceğimizden emin misin diye tekrarlamak istemiştim aslında.

-…

Tamam, “kaos” dediğin için, adı üzerinde ki zaten kaos… hayat maalesef böyle, kontrol etmeye çalıştıkça kontrolünü kaybettiğimiz bir şey. Eğer başkalarının yaşantılarından etkilenmeseydi dünya ve içindeki her şey, sanırım bahsettiğim kontrol sağlanabilirdi. Şimdilerde bunu pek önemsememem gerektiğini fark ettim. Elbette yardımseverliğimizin hala az olduğunu düşünüyorum. Aslına bakarsan birçok şeyden soğumakla birlikte vazgeçtim. Eskiden gençlere tavsiyeler verirdim, belki daha önce anlatmışımdır, zamanlarını güzel kullanmaları gerektiğinden bahsederdim… artık bu tarz şeyler yapmıyorum. Kendilerinin öğrenmeleri gerekiyor, eğer “laftan-sözden anlayan biri” olursa karşımda yani birisine bunu ve bunları anlattığımda anlayabileceğini fark edersem yine tavsiyeler veriyorum ama eğer karşımdaki böyle birisi değilse pek umursamıyor ve üzerinde durmuyorum. Çünkü ben ne kadar anlatırsam anlatayım o yine bildiğini okuyacak ve öyle olması da gerekiyor zaten, çünkü öğrenmesi için bizatihi kendisinin o olguyu yaşaması gerekiyor. Tıpkı benim gibi! Yani ben okumayı ve öğrenmeyi severim ama birçok şeyi de yaşayarak, hatalar yaparak öğrendim.

Şimdilerde “kaos” olarak isimlendirdiğimiz bu şeyin aslında çokta müdahale edilmeye açık olmadığını anladım. Müdahale etsen de değişen bir şey olmayacak, tıpkı sistemin kendisi gibi. Öldürülen insanları öldürenleri öldürmek yerine onları bir kutuya tıkıp yaptığından dolayı kınayarak o ölene kadar beslemeleri gibi. Bunun yanlış olduğuna tüm kalbimle inanıyorum ama tek başıma bunu değiştiremeyeceğimin de farkındayım artık, bu nedenle üzerinde durmuyorum, durmamalayım da zaten… işte o zaman kendime zarar veriyorum, anladım! Çünkü değiştirebileceğim olgular olduğu gibi değiştiremeyeceğim olgular da mevcutlar. Yapay veya doğal, fark etmiyor.

Ve kötü olan da şu aslında bir bakıma; düşünsene etrafında bulunan tüm insanları eğittin, öğrettin, aydın kişi oldular, o kişiler de kendi etrafındakileri eğitip, öğrettiler ve aydın kişiler kazandırdılar hayata… Bu şu an yapılmaya başlansa bile dünyadaki 8 milyar insanı nasıl eğitmeyle, öğretmeyle, aydınlatmayla bitireceksin ki? Bitmeyecek, çünkü mutlaka fikrinin zıttı bir fikir ortaya atılacak, mutlaka bozuk bir gene sahip birisi çıkacak ve üzerinde yıllarca emek verip hiçbir rengi esirgemediğin tabloyu mahvedecek… Peki buna rağmen bunun için çabalamalı mıyım sence?

Bu sorunun cevabı artık “bilmiyorum” oldu bende. O yüzden hayata dönüp, neleri kaçırdıysam onların peşine düşüp, yakalamaya karar verdim. Ara-sıra şu varoluşsal krizler vuruyor olsa da buna odaklandım. Herkes gibi olmak isterdim, zihnimin herkes gibi gündelik çalışmasını isterdim, aslında böyle söylerken bile içimden aslında “iyi ki de böyle değilim” diyorum. Bu içinden çıkılması zor evreleri olan döngülere sahip bir konu kısacası.

Ve bazen tamamen saçmaladığımı da düşünüyorum şu tavsiyeleri vererek, öğrenmek için çabaladığım zamana üzülüyorum mesela… çünkü ben neyi ne kadar öğrenirsem öğreneyim bir sonu yok! Atomları öğrendim, atom altı parçacıkları da öğrendim, sonra sicim teorisini de okuyup öğrendim… peki sicimden sonra ne var? Muhtemelen bir şeyler var… bunu öğrenmek karakterimi doğrudan etkiliyor, çünkü bir konu hakkında ne kadar çok şey biliyorsam o konu üzerinde o kadar çok tasarruf sağlayabiliyorum, yani o konu hakkında o kadar doğru karar verebiliyorum… ama tüm bunları bilince ne oluyorsa, bilmeyince de oluyor. Samanyolu galaksisinde kaç tane yıldız sisteminin olduğunu bilmek güzel bir şey ama o yıldızın gezegenlerine gidemedikten sonra, deneyimleyemedikten sonra bunun bir anlamı yok… Bu bir çocuğa oyuncak gösterip vermemek gibi bir şey sanırım! Ama kesinlikle bilginin kutsallığına laf etmiyorum ve ettirmem… çünkü kendimden biliyorum ki, bilginin kişinin karakterine doğrudan etkisi var, en azından karar verme mekanizmasına doğrudan etkisi var… keşke herkes bir sabah uyandığımda bilim-ilim sevdalısı insanlar olsaydılar. İşte o zaman içinden çıkamadığımız tüm problemleri çözebilir ve insan türünün ilerleyişi maksimum seviyeye uğraşırdı.

Örneğin karadelikler hakkında bin tane insanın düşünmesi ve teoriler üretmesi nerede, 4 milyar insanın düşünmesi ve teoriler üretmesi nerede? İhtimalli dahi olsa, birinden birinin görüşü, teorisi bizi en doğruya ulaştırabilirdi. Elbette kendi ürettiğimiz doğrular, yaratılıştaki doğrular değil. Mesela karadeliklere biz “karadelik” ismini verdik ama belki de o nesnenin “yaratılıştaki adı” karadelik değil, başka bir şey… ama biz ona karadelik diyerek belki de yanlış bir bilgi üzerine inşa ettik diğer bilgilerimizi, işte bu da işin içinden çıkılamayan bir başka noktaydı zihnimde. Bunları düşünmek yerine, düşünmemeyi tercih ediyorum artık! Ama yine de bunları bilmek ve öğrenmek keyif verici… Sonuçta yaratıcının sanat eserini okuyorsun tüm bu kainata ve içindekilere bakınca.

Bence bu günlük bu kadar yeterli değil mi?

-Evet, kesinlikle! Bu güzel konuşma için teşekkür ederim, söylediklerinde katıldığım yerler olduğu gibi elbette katılmadığım yerlerde var ve bu az önce bahsettiğin 8 milyar insanın zihinlerinden birine sahip olmamandan kaynaklanıyor. Ama yazmayı bırakmamalısın, çünkü insan bir şeyler ürettiği zaman anlamlı olabiliyor, hatırla, bunu da sen söylemiştin!

Evet, haklısın.

-Görüşmek üzere.

#OD | yeniden merhaba…