Daha Beyazlar

Zaman, her şeyi değiştirebilir. Şu hiç yok olmayacak gibi görünen dağları bile köklerinden söküp, bir yün yumağı gibi savurabilir… Evet, zaman böyledir. Tüm yasalara tam uyum sağlar ve birlikte hareket eder… fizikle, kimyayla ve daha ne kadar kainat yasası varsa.

Aşk ise, tüm bunların dışında ve üzerindedir. Kainatın tüm olgularının dışında ve insana doğaüstü güçler verebilen yegane moral gücüdür ve aynı zamanda bir insanı büsbütün yok edebilir. Evet, Aşk böyledir, bir insanı büsbütün var edebilir ve yok edebilir. Bu varoluş ve yokoluş cismani vitrinde çok az görünür ve yine tıpkı şu dağlar gibidir, kiminin içinde volkanlar varken kimi bütünüyle durağan ve soğuktur.

Aşık olduğunda ayaklarının yerden kesilmesi gibi veya bir tren istasyonunda binlerce kişiye rağmen başka kimsenin umurunda olmaması gibi. Hatıralar zihnine öyle derinlemesine kazınır ki, bu hayatının diğer olgularından önceliklidir. Listenin ilk sırasında nedensiz ve sebepsiz O vardır.

Artık şiir yazılmayan bir kadın olmasına rağmen veya artık şiir yazmayan bir adam olmasına rağmen bu suskunluğun bile arkasında sadece ve sadece saf aşk duygusu vardır. Kelimeleri sıralamak, yani onlara efsanevi anlamlar yüklemek için yerlerini değiştirmek adamın zihin meşguliyetinin ne derece yoğun olduğunu gösterir, kadın ise sadece kendindedir… Yeni yollar veya yeni yerler keşfeder ve imkansızlıkların peşinden koşmaz… bunun yerine içinde ukdeler biriktirip durur. Çünkü aşk herkeste aynı oranda vücut bulmaz, bulamaz.

Bu bir teslimiyettir. Bir insan başka bir insana ne kadar teslim oluyorsa işte tam olarak o kadar aşıktır. Aşk’ın derecesi böyle tespit edilebilir… Ve aşkı kanıtlayacak diğer bir olgu da kelimelerdir… aşığın söyleminde kelimeler ne kadar doğru seçiliyorsa iki insanın birbirine olan yakınlığı buna doğru oranla tespit edilebilir… Çünkü kelimeleri böyle ustaca sıralamak ancak aşık işidir ve buna da kısaca “şair” derler.

Şairler küstah ve megalomandır. Kocaman bir kainatı aşk için görmezden gelebilecek kadar kararmıştır gözleri. Kimi yârinin göğsünü papatya tarlalarına benzetirken, kimi papatyaların koparıldıktan sonra koktuğunu öğrendiğinden beri sarhoştur aşığının zihnine. Evet, aşk, bir bedene teslim olmaktan çok aşığın zihnine, düşüncelerine, fikirlerine teslim olmaktır. “Bedeni kullanan benliklerden çok bedenin kendisine” aşık oluruz çoğu zaman… oysa ihtiyaç doğrudan kişinin şahsiyetidir… ve buna gerçekten aşk denebilir… ruh diye tabir ettiğimiz olgunun aslını göremediğimiz için sürekli meraklı, sürekli öğrenmeye aç oluruz, bu bizi aşığa hayran olmaya kadar götürür. Çünkü öyledir, insan hayatını bilinmezlikler etrafına kurar… bilinmezliğin karanlık tarafından korkarken, yine bilinmezliğin aydınlık yönlerine hayran olur, bu hayranlık derecesi kişiyi aşka kadar götürür ve orada bırakır… Aşık olan kişi artık geriye dönemez.

Aşık, geriye dönmek istediğinde ise tavaf ediyormuşçasna sürekli başladığı yere geri döner aşkın çekim etkisinden dolayı, bu yörüngeden kopmak istese de kopamaz. Artık iyi veya kötü anlamda hiçbir şey eskisi gibi değildir. Papatyalar daha beyaz ve papatyalar koparılmaya daha elverişlidir. Evet, bu böyledir… aşk, bir insanı cani veya katil yapabilir… işte bu yüzden aşk, en mantıklı zihnin üzerine bile perde çekebilecek güçtedir ve maddesel gerçeklikten uzaklaştırıp, aslında olmayan uhrevi boyut kazandığını düşünüdrür.

Bu, öyle sinsi, öyle sessiz ve öylesine içten-içe olur ki, fark edilemez. Fark edildiğinde ise artık çok geçtir. Ve her yarının dün olacağı kesinliğinde değiştirilemezdir.

#OD | Küçükdeniz * Buna dikkat et evlat!