Saatin Yanlış Tasarımı

Saatin yanlış tasarımı.

Uzunca bir süredir kullandığımız saatin tasarımı nasıl yanlış olabilir ki? Üstelik bunun üstünde pek düşünmediğinizi/düşünmediğimizi de rahatlıkla söyleyebilirim.

Saat bizim için duvarda duran ve işe gideceğimiz zamanı, okula gideceğimiz zamanı söyleyen sıradan bir eşya/araç bizim için. Oysa bize söylemek istedikleri bu kadar yüzeysel değil. Bu kadar basit olmamalı çünkü saat yada zamanı gösteren araç.

Saatlerin mekaniğinden dolayı çıkardığı sesleri hepiniz biliyorsunuz, ben bu sesi duyduğum anlarda zihnim bana “bazı şeyleri anlatmak istiyor” diyor, daha önceki yazılarımdan birinde şöyle bir betimleme yapmıştım, “saat bize zamanı haykırır da yok hiç duyduğumuz…”

Evet, kolumuzda bütün gün, tik-tak diye öten bu aracın sesini belki de hiç duymuyoruz, duysak da umursamıyoruz. Bütün gün kolumuzda, bizimle birlikte her gittiğimiz yere götürüyoruz ama hayatımızın zeminini sağlayan bu zamana ait aracı gerçekten olması gerektiği gibi hiç kullanmıyoruz.

Sanırım insanlar olarak en büyük eksiklerimizden birisi de bu, “zamanı doğru kullanamamak”.

Sözü çok uzatmak istemiyorum ve tasarımdaki yanlışlığı sarih bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

İnsanlar, genelde biten, tükenen şeyleri fıtratları gereği pek sevmezler. Yani bir şeyin bitmesini sevmezler, bunların başında “mutluluk” kavramı gelir. İnsan mutlu olduğunda her şeyi unutur, zamanı bile, bu nedenle mutlu olduğumuz anlarda zaman kavramı bizim için ortadan kalkar. Ya da yapmayı sevdiğimiz bir şeyi yapıyorsak o zaman da aynı durum söz konusudur.

Ne tuhaf değil mi? İnsan mutlu olduğunda zaman kavramının yok olması. Zamanla ilgili bilimsel çalışmalardan öğrendiğimiz kadarıyla kainatta göreceli olan zaman insanda da göreceli. Sevdiğiniz bir filmi izlerken zamanı hiç önemsemezken, sevmediğiniz bir filmi izlerken acaba ne zaman bitecek diye dakikaları sayarsınız.

İşte mutlu olduğumuz zamanlarda da bu zamanın bitmemesi için elimizden ne gelse yaparız, o mutlu dakikaların hiç bitmemesini isteriz. İşte bu nedenle insan biten şeyleri, tükenen şeyleri sevmez, bunu açık-açık kendisine söylemese de, bilinci bu yöndedir.

Tam da burada, sıradan bir günün nasıl geçtiğini ele alalım, örneğin sabah 08:00 gibi kalkıp, kendimizi zorla gitmek zorunda olduğumuz yerlere sürüklüyoruz. Okula gidiyoruz, işe gidiyoruz, ya da hiçbir yere gitmeyip, evde televizyon seyredip, bilgisayar oyunları oynuyoruz. Daha da kötüsü Müge Anlı gibi psikolojimizi bozacak ne kadar garip şey varsa bütün dikkatimizi ona veriyoruz ve gerçekten nasıl varlıklar olduğumuzun kendimize itiraf etme şeklimiz aslında bu programlar.

Sonra saate bakıyoruz, 12:00 olmuş, yemek yeme saatimiz gelmiş, bir şeyler yedikten sonra saate tekrar bakıyoruz 15:00 olmuş, soda içip, sindirimimize yardımcı oluyoruz. O arada gereksiz ne kadar iş varsa elbette onları da yapmaktan vazgeçmiyoruz.

Saat 17:00 oldu, memurların işten çıkma vakitleri geldi ve ev hanımlarının akşam yemeği hazırlıklarına başlama zamanı. Trafiğin yoğunlaşacağı zaman dilimi de başladı aynı anda.

Saat 18:00 oldu, dolmuşlarda, taksilerde, arabalarında insanlar evlerine gitmek için kırmızı ışık şölenindeler. Küfür edenler de var, can sıkıntısını geçirmek için telefonundan bir şeyler izleyenlerde.

Saat 19:00 oldu, yemekler yendi, gençler arkadaşlarıyla kafedeler, oradalar, buradalar… Üniversite yurtlarında kalanlar için bu yemek faslı daha uzun ve sancılı.

Saat 21:00 oldu, akşam haberleri izlendi ve hayretler içinde kahveler, çaylar içildi. Her ne kadar isyan etsek bile izlediğimiz haberlerin etkisinden çıktık bile.

Saat 23:00 oldu, çalışan erkekler uyuklamaya başladı, kadınlar kocalarının bu hallerinden şikayetçi… Gençler yavaş yavaş dağılmaya başladılar kafelerden, mesire yerlerinden.

Saat 23:59 oldu, gün bitti, yarına kucak açan gecedeyiz. Meyhaneler, çeşitli batakhanelerde vakitler öldürülmeye devam ediliyor. İnsanların %40’ı uyudu bile.

Saat 00:50 insanların %60 uyudu.

Saat 02:45 insanların %90’ı uyudu.

Saat 08:39 insanların %90’ı uyandı. Ve gün döngüsü başa döndü.

Saat hep artış gösterdi ve 23:59’dan sonra kendini sıfırladı. Yeni bir günün başladığını söyledi bize. Biz insanlar bundan pek rahatsızlık duymadık, çünkü saat hep ilerledi. Hiç gerilemedi. Yani 8’den 9’a çıktı, 9’dan 10’a çıktı, artış hep böyle devam etti.

İnsan doğası gereği azalan şeyleri sevmez demiştik, saatin bu tasarımı insanları hiç rahatsız etmedi, çünkü saat günün bittiğini söylemedi bize, yeni bir günün başladığını söyledi, belirli bir zamandan sonra kendini sıfırladı ve yeni bir 24 saat verdi.

Mesele tam olarak burada, biz insanlar bu 24 saat içinde neredeyse hiçbir şey yapmadık, kendimizi oyalayıp durduk, araba almak için, iphone almak için, doğanın bize karnımızı doyurmak için ücretsiz vermiş olduğu şeyleri ücretiyle almak için zamanımızı paraya çevirdik.

Zamanımızı verdik ve karşılığında hiç memnun kalmayacağımız miktarda kağıtları aldık.

Madem sistem böyle ama saat neden böyle? Saat böyle olmamalıydı, saat artış göstermek yerine azalmalıydı. Yani 00:01 – 00:02 yerine, 23:59 – 23:58 şeklinde geriye doğru gitmeliydi.

Saat bize “işte 24 saatin başladı, ne yapmak gerekiyor şimdi?” demeliydi. Saat bileğimizde bir günün bize bittiğini her hatırlattığında, aslında ömrümüzün 24 saatinin bittiğini anlatmalıydı.

İnsan o zaman belki yararlı olabilirdi, çünkü bittiğini düşündüğü şeyi dolu dolu, anlamlı bir şekilde yaşayabilirdi. Kendini daha iyi duyabilirdi. PubG oynamak yerine, kainatın muhteşem düzenine, bitkilerin her hastalığa olan çaresine kafa yorabilirdi, hiç ölmeyecek gibi yaşamak yerine, ölmemek için biyolojiyi öğrenirdi. Elbette kimse ölümsüz olsun değil bu yazının mesajı, henüz hayatının 12’inci yılında lösemiye yakalanmış bir çocuğa çare olabilirdi.

Asgari ücretle çalışıp, ömrünün sonuna kadar hayatının yönlendirildiğinin farkında olmadan yaşamazdı. İşte bu yüzden saatin tasarımı hatalı, yanlış veya eksiktir.

Saat bize zamanımızın bittiğini söylemeliydi, yeni bir 24 saatin verilmesini değil.

#OD
00:56

Yazar Hakkında

Türkiye’de okur-yazar oranının %6’larda dolaştığı 21. yüzyılda sorgulama mekanizmalarının çalışmamasını sorgulamak oldukça gereksiz, biliyorum! Buna rağmen gündeme dair sessiz kalmak vicdanımın gürültüsünden uyumama izin vermiyor. Bu sorguları/tespitleri bırakalı uzunca bir zaman olmuştu aslında ve aslında ara-sıra gelip bir şeyler yazıyordum, şimdi bütün kinimi ve nefretimi kalemime alıp, yeniden yazmak istiyorum…

Ve bana engel olabilecek tek kişi yine benim…