Yaratılış İnancı

04:42 – Saat sabaha karşı ve şimdi üçüncü kahvemi yaptım!

Giriş
Herkesin bir inanış veya inanmayış hikâyesi vardır!

Uzun zamandır fırsat bulup, “Tanrıya Neden İnanamıyorum Cevap” isimli makalemi devam ettiremedim. Aslında pekte içimden gelmiyor artık. Çünkü, “Onlar sana inanmıyorlar diye, neredeyse kendini yiyip bitireceksin.” (Şu’arâ | 3) ayetini artık biliyorum! Ve insanın bilgi oranına göre yaşamı da şekilleniyor. İyi ve doğru bilenler güzel ve iyi, az ve yanlış bilenler, cahil ve kötü bir yaşam sürüyor sistemin içinde.

Evet, bu yazımda genel olarak “Yaratılış İnancına” değinmeye çalışacağım. Ve nasip olursa “Tanrıya Neden İnanmıyorum Cevap” isimli makaleyi de bitireceğim. Ama Yaratılış İnancı konusuna ayrıca değinmek istedim.

Bu yazıda belirteceğim konu başlıkları genellikle edinmiş olduğum bilgilerle, zihnimde kalan bilgi kırıntılarının bütünleşmesi neticesinde oluşacak. Örneğin, 17 yaşında öğrendiğim bir bilgiyi, şimdi başka bilgilerle sentezleyerek, “Demek ki, böyle olması muhtemel” şeklinde yorumlayacağım aslında. Bu yazımın amacı ise, inanan biri olarak inanmayan insanları yola sokmak/inandırmak değil. Sadece yeniden düşünmeye sevk etmek. Aklederek, yoğunlaşarak yeniden düşündürmek. Ve son olarak, yazı içerisinde çok fazla Kur’an ayetlerinden örnek vermemeye çalışacağım.


Yaratılış
Tarihin süre gelen yüzyıllarca kalıntısında yaratılışa dair mutlaka bir şeyler söylenmiş.

İnsan, var olduğu andan beri muhtemelen bu soruyu soruyordur ve soracaktır. Ve fakat bu sorunun cevabını kesin bir tarzda hiçbir zaman kendine veremeyecektir. Çünkü insan evrimi zihninde oluşan eksikleri doldurmaya çalışırken olağanüstülükleri kabul etmez. Her şeyin geçerli bir sebebi ve mantığı olmasını ister. Ve böyle sorgulamak hiç yanlış değildir aslında. Evet, insan sorgulayarak doğruya ulaşan ve öğrenen bir varlıktır ve bu yöntem asla eskimez. Konu her ne olursa olsun sorgulamak gerekir. Ama burada şu ince çizgiyi çizmek gerekir. “Şüpheci” olabiliriz ama doğruları görmemize rağmen şüpheci yaklaşımımıza devam edemeyiz. Çünkü bu edindiğimiz tüm bilgi birikimine aykırı olur.

Modern bilim, (teknolojik gelişmeler) bize evrenimizin “belirli bir hesaplama ile” BigBang patlaması sonucu oluştuğunu söylüyor. Öyle ki, bu “büyük patlama” olayından arda kalan “gama ışınlarının kalıntılarını” dahi gözlemleyebiliyoruz.

Bilim bizlere bunu sunarken, yaratılış kitapları “bilim kadar açıklayıcı” gelmiyor. Ve gelmemesi normal. Buna örnek vermek gerekirse, “yeni bir araba aldığınızda, üretici firma size kullanım kılavuzunda arabanızla ilgili tüm detayları vermez” sadece belirli bir kısmını ve bu kısmın içinde size en yararlı olan bilgileri verir. Eğer arabanızla ilgili tüm detayları yazacak olsalar bu, ciltlerce kitap olur ve bunu okumak için yığınla zaman gerekirdi, üstelik anlayıp, anlamamak da bir yana. İşte, tam olarak yaratılış kitapları aslında size “hayat arabanızı ve onun yakıtını nasıl kullanacağınıza dair özet bir kılavuzdur.”

Yaratılış Kılavuzu
Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an…

Yaratıcının Kitaplarını bir önceki paragrafta belirtildiği üzere okursak/incelersek bize yardımı dokunur. Açık olabildiğimiz kadar açık olmalı, önyargısız bir şekilde yaklaşmalıyız. Aksi taktirde, bu zaman kaybından başka bir şey olmayacaktır. Nasıl bilimsel bir şeyi keşfettiğimizde bundan büyük bir mutluluk ve haz alıyor ama henüz keşfettiğimiz bu buluşu tam kapsamıyla anlamıyorsak bile üzerine gitmeye devam ediyorsak, “inanış” konusunda da aynı inadı, ısrarı ve istikrarı göstermeliyiz. Çünkü yaratılış konusunda tüm kaynaklara ihtiyacımız bulunuyor, tüm fikirlere… tüm olgulara… tüm bulgulara…

Kutsal Kitaplar bilim kitabı olmamakla birlikte içinde bilimsel, doğaüstü olaylara değinilmektedir. Bilim ile açıklanabilen taraflarını anlamak zevk verici olsa da anlamadığımız kısımlarını aykırı bulmamak, üzerinde detaylıca düşünmek ve araştırarak karar vermek daha doğru olacaktır.

Bir yaratıcı olmadığını savunan kişiler/topluluklar, genelde tarihin tozlu raflarından edindikleri bilgileri servis ederler ve yaratıcının olmadığını öyle kanıtlarlar… öyle ki, en eski inanışların, inanış biçimlerini inceleyip, günümüzdeki inanışların bu kaynaklardan beslendiklerini öne sürerler.

Zaten bir yaratıcı olmadığını savunan kişi/toplulukların elinde savunacakları başka bir şey yoktur. Hatta öyle ki, bazı anlatılar ve makaleleri okuduğumda “aslında öyle olmadığını bildiğim için (Üstelik bilime bile karşıdır.)” anlatan kişinin gözümün içine baka baka yalan söylüyormuş gibi hayretle dinler/okurum.

Eski inanışları incelemek elbette doğru bir tekniktir… bu incelemeler sonucu yazılan kitaplar, makaleler ve anlatılarda şöyle birkaç genel problem vardır;

  • Ne kadar eskiye gidileceğinin bilinmemesi ve edindikleri bilginin “kesinlik” adına herhangi bir sağlamasının olmaması.
  • Yaratıcı ve onun gönderdiği kitapları, edindikleri bulgulardan sonra saymaları.

İşte bu iki başlık aslında Yaratıcı ve Yaratılış algısını kökünden değiştirmektedir. Şöyle ki, günümüzde “tamam” kelimesi “onay” anlamında kullanılmaktadır. Oysa “tamam” kelimesi, “bir işin, olayın sonucuna geldiğini bildirmek” amacıyla kullanılan bir kelimedir. Yaygın kullanımlarından birkaçı, “tamam etmek” & “tamama erdirmek” gibidir. Onay ise, emirvaki birinin kullanacağı kelimedir. Yani makam olarak onay verdiği kişinin bir üst seviyesinde olması gerekir. Ki, gündelik hayatımızda emirvari bir cümle işittiğimizde genellikle yanıtımız “tamam” şeklinde olur.

Tıpkı “tamam” kelimesinde olduğu gibi diğer kelimelerin ve onların anlattıklarının değişkenlik göstermesinin birçok sebebi bulunur, mesela zaman/toplum/olaylar bunların en başında gelen etkenlerdendir. Merak etmeyin, konuyu Kutsal Kitaplardaki kelimelerin yanlış yorumlandığına getirmeyeceğim. O filolojinin alanı ve o alanda çalışan yüzlerce insan bulunuyor.

Sadece bir kelimenin anlamı ilgili zaman/toplum/olaylar bütününe göre değişirken, Yaratılışa dair çok daha önceden gönderilen/öğretilen bilgiler neden değişmesin? Mesela, İslamiyet’in, Sümer’lerin etkisi neticesinde oluşan bir din olduğu savunulur. Peki ya tam tersi ise?

İşte burada şu bilgiyi daha önceden biliyor olmamız gerekiyor. “İslamiyet, Müslümanlara ait bir din/mezhep değildir… İslamiyet, Yaratıcının ilk günden bu yana insanların dahil olmasını istediği yolun adıdır. Çünkü yol, ancak yolcunun gitmek istediği istikamete götürür.

Bundan dolayı, insanın ilk yaratıldığı ve hata yaptığı andan itibaren Yaratıcının bizden gitmemizi istediği yol “İslamiyet” yoluydu. Kısacası tüm Kutsal Kitaplar, Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an ve bizim bilmediğimiz diğer kitaplar aslında insanlığı İslamiyet’e yönlendirmişti. Yine de insanlar bir yolunu bulup “o yoldan” çıkmayı başardılar.

Peki, senaryonun şöyle olması ihtimal dışı mıdır?
Şamanlar, Paganlar, Zerdüştiler, Museviler, İseviler ve diğer tüm inanışlara dair…

İnsan, ilk yaratıldığı ve hata işlediği andan bu zamana kadar mesaj tek ise, çeşitli topluluklarda, toplulukların da alışkanlık/geleneklerine göre değişkenlik göstermiş olamaz mı İslamiyet? Yani, İslamiyet’in Sümer’lerden alınması değil de Sümer’lerin inanışlarının İslamiyet’ten gelmesi çok daha kolay ve akılvari bir çözüm değil midir? Ki, tüm inanışların kronolojik/tarihsel olarak incelenmelerine göz atarsanız, hepsinde mutlak bir Allah inancını görebilirsiniz. Her dilin kendine özgü ismiyle mevcut ve orada duruyor.

Çünkü, insanoğlu yaratılışı gereği edindiği her ne olursa olsun, bu bir bilgide olabilir, bir eşya da olabilir, mutlaka kendinden bir şeyler eklemiştir. Çünkü insan kendi elinden çıkmamış orijinalliği orijinallik bile saymaz.

Şöyle bir geriye doğru baktığınızda, tüm inanışların Kutsal Metinlerindeki “Yaratılış” kısımlarını incelerseniz, hepsinin neredeyse aynı olduğunu görürsünüz, Sümerlerde, Zerdüştlerde, Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve Müslümanlarda. Mesajın aynı kişiden geldiğini görmemek için %4000 kör ve akılsız olmak gerekir. Ve bunun aksini hiçbir canlı iddia edemez, etmemeli. Artık, araştırmak ve nihai kararı vermek size kalıyor!

Yaratılış ve Bilim Çıkmazı
İnsan denen varlığın imkansız deme gibi bir lüksü yoktur. Çünkü o teknolojiye henüz ulaşmamıştır.

Yaratıcının, İslamiyet’i yol edinmeleri için gönderdiği en son kılavuz kitap “Kur’an-ı Kerim’dir.” Daha önce kaç tane kitap ve o kitabın anlatıcısı/peygamber geldi, şuan bildiklerimiz dışında bilgimiz yok… Çeşitli kaynaklarda buna dair bilgiler olsa da “kesin” olmadığı için kesin bilmiyoruz.

Kur’an-ı Kerim’i okuduysanız yaratılışa dair ayetlerin, surelere serpiştirilmiş olduğunu görmüş yada muhtemelen duymuşsunuzdur.

Her ne kadar bilim ve yaratılış olgusu birbirine zıtmış gibi görünse de ve gösterilse de henüz beni tatmin etmeyen bir cevap her ikisinde de bulamadım. Zaten yazının bu aşamasından sonra da kendi edinmiş olduğum tecrübelerden aktaracağım, sizde bu anlatının doğruluğuna kendiniz araştırarak varabilir veya farklı görüşlerde bulunabilirsiniz.

Bilim: bize, tüm bu kainat ve içindekilerin, son derece yoğun, sıcak bir noktadan patlama neticesiyle olduğunu söylüyor. Ve bunun adına Bigbang diyor.
Kur’an: “Yerler ve gökler bitişikti, onları biz ayırdık.” diyor.

Bilim; bize uzaydaki tüm nesnelerin birbirinden hızla, evet son derece büyük ve artan bir hızla uzaklaştığını söylüyor.
Kur’an: “Ne Güneş Ay’a kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir. O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur…”

Bilim: bize yaşamın olabilmesi için suyun olması gerektiğini söylüyor.
Kur’an: “Hayatı olan her şeyi sudan yaptık” diyor.

Bilim: bize hayatın olabilmesi için yaşadığımız gezegenin kayaç bir gezegen olması gerektiğini söylüyor.
Kur’an: “Andolsun biz insanı, (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.”

Yukarıda verilen örnekleri belki yüzlerce kez başka mecralarda görmüşsünüzdür. Öğrendiğim onca bilimsel ve İslami bilgi bana şöyle bir yaratılış olmasının muhtemelen olduğunu gösteriyor. En doğrusunu yine de “Allah bilir.”

Bigbang ile kainatın başlangıç noktası dediğimiz zaman ve mekanda (o anda oluşan ve genişleyen alanda) ilk devasa yıldızlar oluşuyor, onlarda patlayarak atomlarına kadar ayrılıyor ve daha ağır elementleri oluşturuyor, bu elementler kütle çekim yasasına göre merkezde toplanıyor ve yeni galaksileri, yeni yıldızları, yeni gezegenleri oluşturuyor. Hepsi birbirine bağlı, sarsılmaz ve çok ince ayarlarla sapasağlam yörüngelere oturtuluyor.

Sonra bizim güneşimiz ve dünyamız oluşuyor yavaş yavaş. İşte tam da burada “Biz insanı pişirilmiş çamurdan yarattık” ayeti aşağıdaki görüntü ile zihnimde birleşiyor.

Pişirilmiş Toprak
Pişirilmiş Toprak: Tıpkı Yaratıcının dediği gibi, yıllarca pişen, kayalar, topraklar, dünyada ne varsa, tam anlamıyla pişiriliyor.

Daha sonra bir göktaşı (hayat) dünyaya çarpıyor ve hayat kaynağımız olan suyu bize getiriyor. Yada zaten var olan suyu gün yüzüne çıkarıyor. Aynı aşağıdaki görüntüde olduğu gibi.

Dünyaya Çarpan Meteor
Dünyaya Çarpan Meteor

Sonra ilk canlılar, sonra ikinci nesil canlılar, derken balıklar karaya ayak basıyor, ardından kimisine uç diyor, kimisine yürü diyor Yaradan.

İnsan ve Evrim
İnsan ve Evrim

Ancak işler burada biraz karışıyor. Yaratılışı savunanlar, evrim ile yaratılmış olmayı hakaret sayarken, evrimciler de yaratıcının evrimle de yaratabileceğinin mümkün olmadığı kanısına varabiliyor. Oysa;

Kur’an: “Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.” (Ta’ha Suresi- 120)

Muhtemelen, Kur’an’ın emanet dediği şey bizi maymunlardan ayıran ve yaratılışımızı şuan ki kusurlarına rağmen mükemmel/inanılması çok güç karmaşık bir yapıya yükseltiyor. Bir nevi süregelen varoluş içerisinden ayağa kalkıp, konuşmayı, utanmayı ve diğer tüm duyguları, hisleri, kimyayı kabul ediyoruz.

Ve bu kabul edilişten sonra cennet yani Arapça “bahçe” anlamına gelen bir yerde hayatımızı sürdürmeye başlıyoruz ve sadece birer tane Adem ve Havva yok, birden fazla var. Adem, erkeklere deniyor, Havva ise kadınlara… Bütün bu mükemmel yaratılışı bozabilecek sadece bir madde var o da “elma”. Tevratta “iyiyi ve kötüyü bilme ağacının meyvesi” Kur’anda ise, “ölümsüzlük ağacının meyvesi” olarak geçiyor. İnsanlar Yaratıcının bu “ilk” tavsiyesine uymuyorlar ve bu ağacın meyvesinden yiyorlar…

Buradaki “elma” yeme hadisesini genelde bir emir olarak görüyor insanlar. Oysa bu Allah tarafından insanlara gönderilen ilk “doğru yol” önerisi. Neticede insanlar bu öneriyi günümüzdeki gibi dinlemeyip kendisi için kötü olanı bilgisizce/cahilce tercih ediyorlar.

Kur’an: Derken ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı. (Ta’ha Suresi – 121)

Sonuç
Yaratılışın zehri, bilgisizlik!

Günümüzdeki insanların çoğu, Yaratıcıyı ya doğru bilmiyor, ya yanlış araştırıp yanlış bilgileniyor yada kesin çizgileri olan, despot, egoist bir varlık olarak görüyor… Ve bazıları da böyle bir Yaratıcının olamayacağını iddia edip, reddediyor.

Oysa, insanlara tek gereken şey Yaratıcı hakkında bakış açısını değiştirmek ve çocukluğundan bu yana duyduğu bilgilerin özüne inip, araştırmak… Çünkü mevcut teknoloji ve modernliği insanlara bahşeden bir varlığın Yobaz olduğu iddia edilemez.

Yaratıcıyı oldukça modern ve Yaratılışı çok daha teknolojik düşünebilir ve sonsuz bilginin kaynağına saygı gösterebiliriz. Çünkü neleri bilmediğimizi bilmiyoruz. Elimizdeki kalıntıları eşelemekten ve bulduklarımıza “bir delinin saçması da olabilir” ihtimalini göz önünde bulundurmadan sımsıkı sarılıyoruz.

Varlığı, var olmayı bilimle incelediğimde 1080 gibi rakamlarla karşılaşıyorum. Yerçekimi Kuvvetinin/Sabitinin oluşabilmesi için büyük patlama esnasında on üzeri seksen sıfır gibi ihtimal dışı bir rakamla karşılaşıyorum. Bu ihtimal gerçekleşmiş olsa bile aynı anda bu derece büyük sıfırlı rakamların olduğu diğer sabitlerinde oluşması gerekiyor ki kainat oluşabilsin. Bırakalım dünyayı, güneşi bir yana, henüz evrenin ilk saniyelerinde bu sabitler eğer bu ince ayarlarla yapılmamış olursa yaşamın “y”si değil, kainatın “k”si bile ortalarda görünmüyor.

Bu yüzden Yaratıcı kitabında, “Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Gözünü çevir de bak: Herhangi bir kusur görebilir misin? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bir kusur bulamadığından, eli boş ve bitkin geri döner.” (Mülk Suresi – 3, 4) ayetlerini insanoğluna meydan okurcasına aktarıyor.

Gerçekten de öyle, günümüzde insanlar, uzaya, özellikle ülkemizde, gözleri kapalı bir biçimde yaşamlarını sonlandırıyorlar. Geçici dünya ürünleri/mahsulleri egolarını tatmin ederken, bilgi gibi aziz ve kuvvetli bir şeyden yoksun yaşıyorlar.

Keşfedebildiğimiz en hızlı “şey” ışık, ona rağmen karadelikler ışığı bile emiyor, o derece yüksek ki çekim gücü, ışığın bize geleceği yolların önünü kesiyor/eğip, büküyor. Şimdi, şuanda ışık hızıyla giden bir aracımız olsa en yakın galaksiye gitmek için binlerce yıl gerekiyor.

O halde, bunca bilinmezliğin içinde, henüz keşfedilecek bunca bilgi varken ve bunca bilgiye gözlerimiz, zihnimiz kapalıyken, bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyi Yarattığını iddia eden bir Yaratıcı’yı nasıl yok sayabiliriz? Bu bütün tüme varımların, mantıkların, felsefelerin, çöktüğü bir an değil midir?


Yazar
Bütün bunları size veya herhangi birine bir şeyleri ispatlamak için yazmadım!

Evet, bütün bu yazdıklarımı, yazmak istediğim için yazdım, Kur’an da bir ayette “İnanan da kanıtlarıyla inansın, inanmayan da kanıtlarıyla inanmasın” şeklinde bir ayet var. Benim bu ayetten kabaca anladığım, inanan yada inanmayan, her kim olursa araştırıp, okusun… öğrensin… Okumak ve öğrenmek dünyanın en kötü kişisinden gelen bir tavsiye dahi olmuş olsa zararlı değildir. Üstelik sahip olduğumuz zihin gibi bir donanım varken bizim için dönüm noktası, sonsuz yaşamımızı kazanmamıza vesile olacak bilgileri edinmemek tam bir aptallık olur. Buna rağmen saçma geliyorsa, vakitten başka bir şey kaybetmemişsiniz demektir, ki zaten hepiniz çok az yaşam süreniz olmasına karşın vakit bonkörü değil misiniz?

Oğuzhan Deniz | Yaratılış İnancı

Yazar Hakkında

Türkiye’de okur-yazar oranının %6’larda dolaştığı 21. yüzyılda sorgulama mekanizmalarının çalışmamasını sorgulamak oldukça gereksiz, biliyorum! Buna rağmen gündeme dair sessiz kalmak vicdanımın gürültüsünden uyumama izin vermiyor. Bu sorguları/tespitleri bırakalı uzunca bir zaman olmuştu aslında ve aslında ara-sıra gelip bir şeyler yazıyordum, şimdi bütün kinimi ve nefretimi kalemime alıp, yeniden yazmak istiyorum…

Ve bana engel olabilecek tek kişi yine benim…