Bir Şairin Dilinden Doğdu Ay

Garip bir perşembe, Ay’ın 14’ü,
ay ışığını teninden çalmış o gün,
uzaklığına denk parlıyor orada,
ve bunu anlatmak benim dengim.

Ne gecesi, ne gündüzü karanlık değil,
nedensiz aydınlık olur yanında gün,
tüm mesele burada ya zaten güzelim,
gün bile gün göstermez sensiz bir ömürde.

Yine de ölmüş bir kentin koynundayız,
nefes aldırmaz tüm güzelliğine rağmen,
doğru ya,
tüm dünyaya nefes güzelliğin,
annene göre hep güzelsindir ya,
öyledir benim için de, benim içimde!

yine de açlık gibi bana yokluğun,
görmedikçe doymaz kalbim.

Ekimin son cinayeti bu kentte,
soğuk Zemistan’dan gelir,
içim ürperir, köşedeki çay ocağı,
kimsesizlerin evi gibi,
zihnimdesin çağ ocağı gibi,
deminden vazgeçmiş tein ve nikotin…

Bir şairin dilinden doğdu Ay,
gözlerinden kaçıp bir kıyıda ölü bulunmuş uyku.
Parmakları sigara kızılı, ciğerlerine inat biri daha…
Kalbime inat gibi biri daha,
kalbine inat gibi bir eziyet yükü daha,
kendine yokmuş‘sun,
bana hep varmış’sın,
onlara göre yokmuş‘uz,
hâlâ ölümden 1-0 öndeyiz,
henüz geç değil,
ve saate göre geç olmuş, vazgeçmemişsin güzelliğinden!
Zamana rağmen,
bana rağmen…

Oysa nedir aşk?
İşte benim Aşk,
aklımdan hiç gitmediğin gerçeği gibi,
bunu kimsenin görmediği gibi,
ve kimseye ispat edemediğim gibi,

gizli işte bende şu aşkın.
Sarılıp sana uyanmak vardı güzel sabahlara,
sarılıp sana, uyumak vardı ilk defa ölmeden,
ve sarılıp sana, unutmak geleceği,
tüm kaygılarına ağlamak yerine,
umut beklemek yerine,
ümit etmek yerine,
kalem tüketmek yerine,
tüm şu hayaller yerine!

Güneş doğdu doğacak,
saat 05:19
sokak lambaların da söner birkaç saate,
onlar da vazgeçer gözlerinden,
ben asla vazgeçmem!

#Yasef | Güneş doğurmayan bir gün seninle uyumadığım gecelerin sabahlarına! Ve hiç güzel değiller.