Kızılsakallının Ölüm Sessizliği

İşte, ölümün göz bebeklerimin içine kadar işlediği bu gün.
Bugün 25 Eylül 2019.
Gittim, ”İkindi namazına müteakip bir cenaze namazı.”
Kıldım.
”Hakkımı helal ettim, hiç tanımadığım bir adama.”

Oradaydım gözlerinden görebiliyordum acıyı. Çatlamış dudaklarında saklıydı haykırmak isteği, çığlıklar boğazında düğüm-düğüm, gördüğüm bu göz yaşları, kördüğüm yüreğime.

Bugün, Kızılsakallı Genç Adamın dünyasının karardığı gün!

Yürüdüm.
Sulu gözlüyüm ben, dayanamadım.
Bir köşede sessizce ağladım biraz.
Kahır içime içime işliyordu.
Ölüm dişlerini geçirmiş biz insanlara, bırakmıyordu.
Evet, ölmeliydik.
Ölmemiz gerekiyordu, geride kalanların hala acıyı hissedebildiklerini öğrenmeleri için.

Ölüm öyle bir sessizlik ki, sorma!

Geldiğimiz yer şimdi bir dağın başı. Burada insan yok, ölmüş insanlardan başka kimse yok burada. Derince kazılmış bir mezar, görünüşü dahi buz gibi. Hava da buz gibi.

Tahta bir kutunun içine sığdırılmış koca bir hayat geldi. Öylesine büyüktü ki, tabuta dahi sığmamıştı. Bu tahta kutunun içinde bir çocukluğun elleri, bir çiçeğin koparılışı ve gülümsemeler, hemen ardında ise kalp krizleri vardı, küçücük bir tahta kutuya sığdırılmıştı.

Olan biteni orada olan herkes hayretle izliyordu. Bense ilk defa ellerimle birini mezarına taşıyordum. Geride kalanların acısını asla anlayamayacak kadar soğuk ellerim. Buz gibiydi ellerim… Geride kalanlardan birinin babası, birinin kocası, birinin abisi ve birinin kardeşiydi ellerimin mezarına taşıdığı bu adam.

Ağırdı, belimi ağrıttı. Artık ne denli hayat varsa bu adamın içinde, ne denli yaşama isteğini götürüyorsa geride kalanların içinden, o derece ağırdı.

Bu adam, Kızılsakallı adamın babasıydı. Kızılsakallı adamın gözlerinde ölümden başka bir şey yoktu şimdi, donuk bakıyordu, belki de ellerim bundan üşümüştü, bundan soğuktu belki de ellerim. Kızılsakallı’ya baktım o an, o koca adamı mezarına koyarken onun gözlerine baktım. Hıçkırıklara boğulmuş, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı kan kesilmiş ve artık ağlamaktan yorulmuş o gözler. ”Gitme, yapmayın, babamı mezara koymayın.” diyordu, ama onu kimse duymuyordu. Şaşkındı biraz da, acısına nasıl dayandığına şaşırıyordu muhtemelen.

Onun acısını hissettim ağlamamak için sıktığım dişlerimde. O an, Kızılsakallı ve ablası orada ölmek istiyordu… Ama ölemiyorlardı. Ölmekten korktukları için değil, nasıl öleceklerini bilmediklerinden ölemiyorlardı.

Nihayet, mezarcı, ”Şimdi, şuraya biraz toprak atın!” dedi, sesi ellerimden bile soğuktu, muhtemelen onun için sıradan bir gündü. Akşam evine gidecek ve hiçbir şey olmamış gibi uyuyacaktı. İnsanlar, mezarcının dediği gibi biraz toprak attılar. Hemen arkamızda sürekli dua eden cami hocası vardı. Kimse onu dinlemiyordu bile, kim duyabilirdi ki böyle bir anda hocayı? Ben duymadım söylediklerini… Kızılsakallı’ya, ”Hadi, senin de toprak atman gerekiyor.” dediler, Kızılsakallı o genç adam, gökyüzünden aldığı destekle atladı mezarın içine, ağlıyordu ve benim tüylerim onun gözyaşlarına isyan edercesine ürpermişti.

Ağlıyordu, beni de ağlatıyordu… Güç bela söylenenleri yaptı. Sonra oradan birisi elini uzattı mezardan çıkması için, Kızılsakallı o genç adamın her halinden belliydi, mezarda, babasının yanında kalmak istiyordu. Zaten onu yukarıya çekmek için elini uzatan adam kaldıramadı bu isteği. Neredeyse düşeceklerdi.

Kızılsakallı’nın ablası, ”Gitme babam!” dedi.
Bu dünyanın işittiği en içten ”gitme” deyişti, haykırıştı, gazeldi, şiirdi… Çok derinden bir şiirdi bu ”gitme” deyiş.

Ama ”baba” artık duymuyordu onu. Kapatmıştı kendini dünyaya!
Kızılsakallı o genç adam da kepenklerini indirmişti hayata, yaşama kapalıydı hayatı.

Bir sıra tahta dizildi mezara, sonra herkes bir gayret küreklere asıldı. Giden bu devasa gövdeli gemiye yardım ettiler gitmesi için. Sonra biri bana uzattı küreğini, bir gayret asıldım küreğe. İçimden, ”Kızılsakallı’nın yerinde olsam, şimdi hayatta olmak istemem.” dedim. Gerçekten de istemezdim. Ama bende ölemiyordum, ölüm gözlerimin önündeydi ama göremiyordum.

Evde bekleyenlerim, kalbimde dağ kadar aşkım.
Nasıl giderdim?
Gidemezdim şimdi.
Şimdi ölemezdim.

Nihayet toprak bitti, mezar ağzına kadar toprakla doldu-taştı. Sanki benim içime doldurmuşlardı o kadar toprağı… ki, Kızılsakallı’nın içini düşünemiyordum bile.

KIZILSAKALLININ ÖLÜM SESSİZLİĞİ!

Sonra herkes toplandı, herkes evine gitmek üzere yola çıktı. Son kez baktım oradan ayrılmadan önce Kızılsakallı o genç adama…

Mezarın ayak ucunda, ablası ile çökmüşler dizlerinin üstüne, ağlamaya devam ediyorlardı. Hiç silinmeyecek bu manzara zihnimden. Ölümün geride bıraktığı yaşayan ölülerdi artık onlar. Yaraları kabuk bağlayacaktı ama artık eskisi gibi olmayacaktı. Biliyordum!

Çünkü ”Ölüm” kapanmaz bir jilet kesiğidir kalbe.
Çünkü ”Ölüm” asla unutulmayacak 25 Eylül 2019 – Çarşamba günü Saat 17:52’dir dünyada.

Sessizleşti her yer, Kızılsakallı’nın ağzını bıçak açmıyordu, muhtemelen neşter falan da kırılırdı bu kilitlenmiş ve çatlamış dudaklarda.

#OD | Bendeniz * Ölüm bir kaybediş değildir. Ölüm olsa olsa öğreniştir acıyı, sızıyı, sessizliği ve kimsesizliği.