Yarım Kalan Yazılar

-Bana yazmaktan bahseder misin?

Sana yazmaktan bahseder miyim? Bilemiyorum…

Aslında önemli olduğuna inandığım her şeyi yazdım. Yazmanın bendeki karşılığı bir nevi dertleşmek sanki. Kendimle konuşmak gibi bir şey. Birine anlatmak hissiyatı, bilirsin işte, bazen anlatmak istersin, içini dökmek ve anlatmak istersin, sebebi yoktur pek. Seninle yaptığım da bu değil mi? Sana anlattığımda kendimi rahatlamış hissediyorum ve başkasına söylemeyeceğini de biliyorum. Bildiğim şeyler arasında bu da var. Evet, bilmek…

Yazmak için birkaç şey lazım aslında, ben yazarken birkaç hususta çok katıyımdır. Öncelikle temiz bir sayfa ve mutlaka düzgün olmalıdır. Kağıdı koyduğum zemin mutlaka tahta olmalıdır ve pürüzsüz olmalıdır yüzeyi. Uçlu kalem kullanacaksam eğer mutlaka 0.5 olmalıdır ve 2B olmalıdır. 2 HB olursa kalın yazar ve ayrıca kurşun parçacıkları sayfayı kirletir. Eğer kurşun kalemle yazacaksam mutlaka yuvarlak olmalıdır. Eğer 6 gen olursa, parmaklarımı rahatsız eder ve odaklamamı engeller. Silgi de yumuşak ve iz bırakmayan silgilerden olmalıdır. Bunun haricinde mutlaka sıcak bir bardak çay ve yanan bir sigara olmalıdır, sigarayı içmesem bile masada yanması gerekir.

Yazarken normalde düşünmem, yani o an herhangi bir konu belirlemem, daha çok içimden ve aklımdan o an ne geçiyorsa onu yazarım. Eğer düşünerek yazmaya çalışırsam konu bütünlüğünü kaybediyor ve maalesef ortaya güzel neticeler çıkmıyor. Bunu eski yazılarımdan bazılarında görebiliyorum ve eski yazılarımı okumamaya gayret ediyorum. Hatta hiçbir yazılanı okumamaya gayret ediyorum edebi olarak. Sonra yazdıklarım oldukça onlara benziyor. Okurken sanki başka birine okurmuşçasına okuduğum için aklımda daha fazla kalıyor ve bu da yazdıklarımın ona benzemesini sağlıyor.

İşte böyle yazmak bana göre. Baksana konu yazmak olunca bile ne kadar çok düşüyor çenem. Sense sadece dinliyorsun beni, hiç konuşmuyorsun, ta ki ben susana kadar. Neden böyle? Böyle olmak zorunda mı? Yani bu bir kural mıdır?

Kuraldır…

Anladım…

Birçok kez kitap yazmak istedim. “Yalnızlığa Doğru” isminde bir kitabı bitirdim ama bundan önce yazdığım tüm kitapları da yarım bıraktım. Evet, bu içler acısı. Aslında bitirebilirdim başladığım her kitabı ama sorgulama mekanizmam bazen çok tuhaf çalışıyor, durup düşündüğümde tüm bunların ne anlama geldiğini, anlamsız olduğunun farkına varıyorum. Nasıl olsa bir gün tüm bunlar bitecekler, geriye bir şey kalmayacak zaten. Ama sonra başka bir duygu, bir şeyler üretmem gerektiğini söylüyor. Evet, tam olarak içimden böyle bir hisle tekrar yazmaya başlıyorum ve sonra tekrar aynı sorgu mekanizması ve sonra tekrar aynı duygu. Hep böyle tekrar eden bir döngü.

Birkaç sefer Bilim Kurgu tarzı şeyler yazdım, film senaryosu gibi. Hiçbiri güzel olmadı, beş para etmez nitelikteydi. Ama yazmak, muhtemelen insanlığın en büyük icadıdır, bir şeyleri üretirken sürekli yazı ve rakamları kullanıyorlar, film yapmak için en önemli şey nedir sence? Kamera mı? Yoksa oyuncalar mı? Hayır-hayır, bence tam olarak senaryodur. Yazılan bir senaryo. Birinin zihninden, hayal gücünden çıkan bir senaryo. Ya da bir kitap, ya da bir şiir.

Şiir… Ne güzeldir şiirler değil mi? Ne anlatmak istediğini sadece yazanı bilir. Yani şairi. Bir şiir kötü bile olsa güzel okunursa güzel olur. Kelimelerin ses titreşimleriyle dans ettiği o ihtişamlı gürültü kalabalığı. Ne de güzel ama değil mi?

Yazmakla ilgili düşündüklerim bunlar. Yeterli mi sence?

Senin şu baş hareketin! İşte yine yaptın. Saçlarının böyle sallanması hoşuna gidiyor mu? Bilemiyorum, böyle yaptığın zamanlarda beni dinlemediğini düşünüyorum, sadece önündeki kağıtlara not alıyorsun ve bana arada bir bakıyorsun. Gözlüklerin yok ama olsalardı güzel olabilirlerdi.

Bunu bilerek mi yapıyorsun? Sanki bilerek yapıyorsun… Bilmiyorum, kadınların davranışlarını az çok tahmin edebilirim.

Peki, tamam, bu günlük bu kadar yerli sanırım.

#OD – 7 / Seans 6