Biraz Yasemen Bir Tutam Aşk ve Aşık Oğuz

Biraz Yasemen bir tutam Aşk ve Aşık Oğuz’dan anlamayacağın kadar muhteva. Masivadan uzak her ihtivamın karamsar yansımaları.

Ne zormuş katlanmak zorunda olduklarım… Aslında her şey yalandan ibaret.

Gördüklerimiz, duyduklarımız, gördüğümüzü sandıklarımız ve duyduğumuzu sandıklarımız… Her şey kocaman bir yalandan ibaret… düşünce bile olabildiğince sonsuzken, soyut biçimde sadece. Bana olmayan şeyleri olmuş gibi gösterip, mutlu olmamı sağlıyor.

Sana kızmıyorum, kimseye kızmıyorum…

Bilirsin beni az çok, çok karamsar, çok konuşkan, çok alıngan ve pis sakallı bir adamım. Yüzüm küçük çocukları korkutacak kadar siyahlarla kaplı. Kaşlarımı çattığımda militanlara benzer yüzüm. Konuşmadan insanlar beni çok kolay yargılarlar… Konuşmaya başladıktan sonra ise düzgün diksiyonum düşüncelerinin zıttını gösterir. Dünyada milyonlarca hevesime değer varlık var, ama bunlar beni ilgilendirmiyor. Ne bileyim, sanki Sen’sizlik olsam, daha kıymetliyim bütün bunlardan. Görüyorum da bu sahte düzeni, sahte insanları, sahtelikleri ve esefle kınayacağım ne varsa bir daha görmek istemiyorum.

Neyse ki görebilmenin şükre şayan olduğu yerlerde var… Çünkü yaratılışının bu denli güzel olması gördürmeye değer. Gözlerimi verene şükürler olsun… Sesini işittirine şükürler olsun. Ne de güzel yaratmış Sen’i, saçlarından, gözlerinden, kirpiklerinden tut da sonsuza kadar… Zaten benim Yaratıcı’m yaratırsa böyle güzel yaratır işte…

Dün gece epeyce yalnızdım. İç çekip durdum… Sağ yanıma döndüm, sonra sol yanıma döndüm, başka bir yanım olmadığından sırt üstü ve yüz üstü de yattım. Zamansızlığa sızdım sonra, böyle yalan olmasına.

Ne de tuhaf, olmayacak hayallerin peşinde koşup dururken ne kadar da heyecanlıyım ve aptalım ben böyle. Sana kızmıyorum, kimseye kızmıyorum, içimden böyle geliyor sadece.

Biraz Yasemen Bir Tutam Aşk ve Aşık Oğuz’dan bahsetmişken;

Bu sabah dolmuşta uyuya kaldım. Epeyce geçmiştim ineceğim yeri… Sonra bir alt geçite yakın indim ve bir kat yukarıdaki yeryüzüne ulaştım. Yürümeye başladım, ağaçlarla dolu bir yolda yürüyordum, sağımda yapay bir gölet vardı… Üzerinde Martılar uçuşuyor, göletin kenarındaki taşların üzerinde pinekleyip, güneşleniyorlardı. İçlerinden rengi daha siyah olan bana baktı ve onu geçip gidene kadar da bakmaya devam etti. Bilirsin, ben Martıları severim.

Hemen arkasında bir tane bank vardı, göletin hemen yanında, öyle ki elini uzatsan suya değebilirsin. Banka oturursan güneşe sırtını dönmüş olursun…  Havanın bu kararsız olduğu günlerde güneş omuzlarına masaj yapmış gibi hissettirir yine de. Öyle de bir etkisi vardır güneşimizin. Sen’in bana hissettirdiğin gibi.

Sanıyorum ki bu park akşamları çok yoğun olur, ama bir sabah buraya gelip, o banka oturup, martılar eşliğinde Sana şiir yazacağım. Belki martılar da eşlik eder bu saçmalıklarıma. Ya da o sabah iki tane simit alırım, ama çok kalabalıklar bir tane onlara yetmez… o zaman 3 tane alırım, o da yetmezse 4 tane de alırım sorun değil.

Yolu yürümeye devam ederken mis kokuları bürüdü burnumu. Dünya da olduğuma sevindiğim çok kısa anlardan biriydi yine… Yürümeye devam ettikçe görünmez bir yasemen deryası içerisine düşmüşüm… Evet, yasemen kokuyordu, çünkü ekildikleri yerin hemen önünde yazıyordu… Ve ben yazılanları okurum. Eğer yasemen yazmışlarsa, yasemendir çiçekler.

Peki Sen’in çiçeğinin adı ne? Hiçbir çiçek Sen’in kadar güzel kokmaz sanıyorum… Aşk çiçeği misin Sen? Sevda çiçeği mi yoksa? Ne çiçeğisin Sen?

#OD | Sevgiliye Mektuplar * Zaman, saatin bitişine kadar durmayacak olan yalancılardandır. Buna inanmamak elde değil ama inanasım gelmiyor işte.