Göğsünde Uyumak Fikri

Sen’den göremedikçe önümü, yol bensiz.
Dik bir yokuş hayat. İlmek ilmek hayallerime işlediğim Sen’sizlik. Sahi, hiç mi benimle değilsin! Sahi neden benimle değilsin…

Bendeniz Oğuzhan Deniz…
Bakma böyle havalı cümleler sarf ettiğime, bakma öyle aşktan afilli sözlerime… Hiç tahmin edemedim hayatı. Hiçbir şiirim şarkı da olmadı. Kaybettiklerim çoğalıyor içimde, yeni mezarlar kazıp, gömüyorum kendimi kendi içime. Kaybettikleri çok az şey var bensiz…

Biri demişti ki, “Kaybetmek, yeniden kazanabilme umududur.” Kim mi söyledi? Az önce kendim kendime söyledi, benden başkası söylemiş midir, bilmem! Çok umursamıyorum şu son günlerde söylenenleri.

Artık şiir yazmıyorum mesela. Neden mi; bir nedeni yok aslında. Yazdıklarıma şöyle bir geriye dönüp baktığımda, bu sonsuzluğun içinde kaybolduğumu görüyorum sadece. Aylarca, günlerce ve saatlerce Aşk’ı yazmış insanlar, şiirler yazmışlar… Saçmalamışlar da saçmalamışlar.

Öyle çok yazmışlar ki, şiir olmuş, kitap olmuş, senaryo olmuş, şarkı olmuş… olmuş da olmuş kısacası. Ve bunlar sadece olanlar… Peki sonra? Sonra ne olmuş? Hepsi ölmüş. Muhtemelen yarısı mutlu ölmüştür, yarısı mutsuz. Ben mutsuz ölenlerden olmayacağım, mutlu da değilim. Bu biraz karışık aslında. Bu karışıklığı yumuşak göğüslerine yaslayıp başımı, öyle çözebilirim sadece. Ama yokmuş. Sen varsın, ama yoksun da. Nasıl beceriyorsun bunu aynı anda? Benimle aynı kıtada, aynı yılda, aynı ayda ve haftada, aynı günde ve günün aynı saatlerinde, aynı dakikalarında, olmana rağmen nasıl bensiz olabiliyorsun?

Bilmiyorum… Bilsem, böyle olmazdı hiç. Bilsem, öyle yapmazdım hiç. Bilsem, kırar mıydım kalbini, kendi canıma kıyar mıydım Sen’siz?

Bilmiyorum… Şimdi yine şu karamsarlığımın en dip köşelerindeyim, bahar temizliği gibi giriştim ruhumun en kirli yerlerine, kendime sataşıp duruyorum. Kendimle savaşıyorum, kendi canıma kastediyorum resmen. Resmî olmasa da öyle.

Şimdi istediklerimin çoğuna sahibim. Çok istediğim günleri yaşadım, kana kana içti boğazım hayatı. Elbette bir bedeli var, bu bir köprü. Bir köprü kurdu zaman ölümle arama, ardımdan çığ düşüyor, sürüklüyor ve depremler oluyor.

Aslında hiç ısrarcı değilim yaşama ve ölüme. İkisinin de bir hikmeti vardır muhtemelen… Hiçte üstelemem, nasıl ve neden geliyorsa şükür. Bazen kalbim üşür ama olsun, sonuçta 4 mevsimlik bir kıtadayız. Sen bana ne kadar yaklaşırsan o kadar yakarsın, ne kadar uzaklaşırsan o kadar üşütürsün, belki de tam olarak olman gerektiği yerdesindir, o yüzden sakallarımdan çiçekler açıyordur, o yüzden çiçeklerim solup, gamzelerimi görebiliyorsundur. Belki de tam olarak olman gerektiği yerdesindir. Ne bir adım uzakta, ne bir adım yakında. Hani bir efsane var ya, dünya güneşe bir santim yaklaşsa yanarmış, bir santim uzaklaşsa donarmış. Her şeyi sorguladığım gibi bunu da sorgulamıştım ve her şeyde olduğu gibi bunun da yalan olduğunu öğrenmiştim.

Kimse gerçekten birbirini sevmez aslında biliyor musun? Sevdiğini söyler ama tam anlamıyla sevmiyordur. İnsanlar birbirinde sebepleri seviyorlar bence. Nasıl mı; mesela insan bazen dayanacak bir duvar ister, işte o diğer insanın sırtıdır mesela. Bazen ağlayacak bir omuz ister, işte o ağlama duvardır mesela. Bazen gülmek ister ve birinin onu güldürmesi gerekiyordur, işte o zaman komedidir mesela o insan, öteki insanda. Hepsi hem de hepsi böyle “seviyorum” diyen insanların içindeki hisler aslında.

Ama ben öyle hissetmiyorum Sana. Şu kadar zamandır bir varsın, bir yoksun, ben bu oyunu oynamaktan hiç sıkılmadım mesela. Şu kadar zamandır seviyorum Sen’i ve hiç şikayet etmedim aslında. Şu kadar zamandır bensiz yaşıyorsun, Sen dayanabiliyorsun buna, ben de dayanıyorum aslında. Hiçbir karşılık vermesen de seviyorum Sen’i.

İşte, buldum! “Karşılıksız.” Sanırım kavramımız bu. Karşılıksız sevmek. Şimdi şöyle bir bakıyorum etrafıma, beni karşılıksız seven yok. Şöyle bir bakıyorum da, beni saymazsak eğer Sen’i de karşılıksız seven yokmuş aslında.

Çok mu salak görünüyorum oradan? Buradan bakınca öyle de.

Karamsar ve karanlık müzikler açıp kendimi kendime karşı dolduruyorum. Bildiğin dolduruşa getiriyorum kendimi ve kendimde geliyorum bu dolduruluşa hani. Evet, kesinlikle saçmalık tüm bunlar ve ben biliyorum aslında, zeki biriyim, yine de dünyanın kaderi ellerime bırakılmamalı. Bir miktar zalimlik var içimde, dünyada sadece ikimizi bırakacak kadar.

Sana, delirmiş ve sorunlu gibi görünebilirim. Aslında bunu bilimsel bir hipotez gibi görebilirsin… Ve bilirsin, insanlık dünyanın başına gelmiş en kötü şeydir. Dünya nüfusunun bir anda 2’ye düşmesi demek birçok sorunu kökten çözecektir. Üstelik ego dediğimiz benliğimizin kendini ispatlamaya çalışan bölümü dışarıya çıkmaktan da vazgeçecektir. Çünkü artık kendini kanıtlayabileceği, bir başkasından daha üstün olduğunu göstermek isteyeceği 3’üncü bir kişi dahi olmayacaktır. Tüm yaratılış hikayelerine bakarsan aslında bu hipotezin başlangıçta var olduğunu görebilirsin. Çünkü Allah her şeyi bilendir ve insanların böyle olacağını da bildiği için sadece 1 çifte akıl vermiş ve yegâne kuralı, “Şu ağaca yaklaşmayın.” diyerek belirtmiştir.

Yaratıcının bir yaratığı olarak onun gibi düşünmekte hata mı ediyorum yoksa?

Yoksa tüm bu düşünceler saçmalık mı? Her zamanki gibi bilmiyorum, sadece yazıyorum. Elimden gelen en iyi iş bu galiba ve bunu da pek beceremiyorum. Çünkü Sen oradan beni okurken benim aklımda “Sadece 1 tane dahi olsa şiirimi biliyor mudur?” düşüncesi var ve muhtemelen bilmiyorsun. Ben de olsam ezberlemezdim, çünkü ezberlenecek veya akılda kalacak kadar güzel şeyler yazamıyorum. Aslında içimde öyle güzel şeyler var ki, şimdiki teknoloji buna yetersiz kalıyor. Yani şimdiki alfabe, şimdi ki kelimeler. Aslında bazen düşündüklerim ve yazdıklarım gözüme güzel geliyor. Efsanevi ve kimse tarafından düşünülmeyecek kadar bana ait sözlerim oldu. Ya da ben öyle hissediyorum. Ama hissetmekte sanırım haklıyım. Etrafına bir bak, benim gibi aşkını anlatmaya çalışan bir sürü adam ve kadın var, çoğu öldü, çoğu ölecek ve çoğu da daha doğacak. Şimdiye kadar Aşk’ı tam anlamıyla tarif edebilen bir tek cümle bulamadım. Hele de Sen Aşkını anlatabilecek. Kendi yaptığım bazı tarifler var ve bana göre mantıklı. Çünkü her aşçının yaptığı yemeğin kendine güzel gelmesi gibi bir şeydir bu.

Şimdi ise Sen oradasın ve benim bu satırları yazdığımdan haberin yok, bense bir balkon köşesindeyim. Çayım az önce bitti, bir iki saat önce tadı kaçmıştı zaten ve sigaram yanmaya devam ediyor. Bu düşüncelerle kendimi burada, bu zaman diliminde oyalayıp duruyorum. Oğuz Boyutunda!

“Belki bu son olur” dediğim şiirlerden biri daha;

Karardı gözüm Aşk’tan,
karasevda dedikleri adından,
geçip gitti üstümüzden bunca zaman,
saçım beyazladı ve sigaram bitmek üzere.
Birkaç dakika ancak geçti son sigaramın üstünden…

Kimin umurunda olurduk ki,
ben tütün olsam, Sen ateş,
ben kül olsam, Sen yangın.
Ve yandım!
Ve ben, Sen yangınından arda kalan kararmış adamım,
ve ben tek sağ kalanım,
ve ben siyahım,
Sen neden hep beyazsın kadın!
Neden şeffafsın Sen Kadın!
Kötüyüm işte Sen’sizlikten,
Sen iyi olan taraftasın, tutup çeksene kendine,
belki dudaklarımdan tutarsın, dudaklarınla,
hiç mi şansı yokmuş?
biliyorum, yokmuş!
Yine de,
benim sayfalarım bitmez,
benim Sen’sizliğim bitmez.
Sen’in yokmuşların var.
Benim hiç var edemediklerim.

Mesela,
göğsünde uyumak fikri,
bu fikir, bu fikir nasıl kötü olabilir?
Söyle hadi,
anlat hadi dudaklarından bal damlata damlata,
bitireme anlata anlata.
Zaman bitse bile Sen hiç gitme Oğuzhan Deniz’inden…
Vur kıyılarıma, karaya vur mesela sakallarıma,
batsın tenine…
Korkma aç kalmazsın bu diyarda,
flimsiz kalmazsın hayallerimden,
hiç canın sıkılmaz mesela,
Sana yazdığım bu harikaları okursun,
yıldızlı cümlelerimi sayarsın,
bitmezler, merak etme.

Çok mu uçsuz bucaksızım Sana bu denizde?
Hayalperest miyim bunca Sen düşüncesinden?
Hayır, hayır,
bunu bile bile, isteye isteye yapıyorum kendime,
Sen’i hak ediyorum çünkü her gün, her gece…

Gündüz bir hayal gece için,
gece için gündüz bir hayal…
Hayalini kurmak için mi varım sadece?
Bu nasıl bir işkence,
bu neden bir işkence?
Ben neden katlanıyorum Sen’sizliğe?
İşte yine bilmiyorum.
İşte yine bensiz uyuyorsun,
ben vuruyorum Sen’sizliğin dibine.
İçiyorum, içiyorum ama bitmiyor…

Uykusuz insanlar vardı şafak saatlerinde sokağında,
onlar gibi,
artık tanıyorum onları,
onlar beni tanımazlar.
Sen Tanırsın Beni ama bu saatlerde.
Gece tanır.
Akrep tanır.
Yelkovan tanır.
Saniyeç tanır, en çok onunla geliriz gözgöze…
Turlarız Sen’sizliğin tam ortasında, daireler çizerek,
Sen yörüngesinde…
Evet, bu bir Sen yörüngesi.
Çekimi yüksek şu güzelliğinin kuvveti,
ben bu yoldan çıkmam,
ben vazgeçmem.

Sen bana aldırma,
Sana delirmiş bir adamım altı üstü,
ne olur ki şu saatten sonra benden?
Birkaç sigara daha içip uyurum şimdi.

#OD | Sevgiliye Mektuplar * …