Kölesini Duymayan Sahip

Beni duymadığını biliyorum. Duymayacağını da!

Neden mi? Kölelerin sesi duyulmaz da ondan…

Ne kölelik kaldırıldı ne köleler öldü! Herkes, bir şeyin ya da birinin kölesidir. Bilerek ya da bilmeyerek, farkında veya farkında olmadan. Şükür ki, bir şeyin kölesi olmadım. Ama Sana Aşık olmam gerekiyordu şu hayatın bir zamanında, bir köşesinde, yokmuşların içinde var olmam gerekiyordu ki Sana Aşık olmak köleliği vadediyordu ve bende oldum. Seve-seve. Pek kölelik de sayılmaz hani. Kölelik rızasız olmayı gerektirir, oysa ben isteye-isteye Aşık oldum, çünkü olmak istedim. Çünkü canımın en içinden geldi. İstedim çünkü canımın en içini yakması bile hoşuma gidiyordu. Öncelikle isyan etsem de bu acıdan, sonralıkla kıymetini anladım. Öyle ki Sana kavuşamamak düşüncesi bile efsaneviydi. Ve korkmadım yanmaktan…

Söylemekten hiç korkmadım Aşk’ımı, bazen heyecanla bir metro durağına yürüdüm, bazen bir metrobüs durağını kaçırdım! Bazen saatlerce bir sokağın başında bekledim. Bazen saatlerce soğuk bir balkonda aşkımı yazdım. Soğuktan da korkmadım, sokaktan da! Hasta da oldum mavi hırkamla, derviş de oldum orada birkaç ayyaşla.

Aşk, insanı bu hale getiriyordu çünkü, çünkü ben aşık nasıl olunur, bilmiyordum. Ben bilmiyordum ve aşk benim bilmediğimi biliyordu.

Ve aşk yakıyordu boğazımı. İçimi, dışımı. Yakabileceği ne varsa yakıyordu. Ve ben, “Benden geriye Sen kalana dek yanacağım.” dedim. Yanmaya devam ettim.

Şimdi kalkmış birkaç şair bozuntusunun sözlerini etkileyici bulduğundan bahsederken şu cümlemi sonsuza kadar sürdürebileceğimin farkında bile değilsin ve Sen bunu hiç bilmezsin. Ben de Edip’i hiç bilmem. Bilmem neyi nasıl betimler ama papatya tarlalarını yakıştırıyorsa yârin göğsüne ve Sen bunu etkileyici buluyorsan ve ben nasıl onların öldükten sonra koktuğunu öğrendiğimden beri yakıştıramıyorsam göğüslerinin arasına, boşluğuna, kulaklarına, Sen’de bunu etkileyici bulamazsın! İster saksı da olsun isterse tarla da… Cümle çiçek Sen gibi kokamaz asla. Ve ben, tüm çiçeklerin anası toprağın ismini verdim Sana… Gözüm kapalı, bir hışımda, “Hiç Sen gibi kokabilir mi yağmur sonrası toprağın özü?” Kokamaz işte! Çünkü onlar sadece papatyaları tanır, oysa ben, toprağı tanırım, yağmuru tanırım, arıları tanırım, güneşi tanırım, mevsimleri tanırım, şebnemi tanırım…

Aslında şimdi üzüldüm onlar adına, onların bir suçu yok, gereksiz yere yüklenip duruyorum satırlarına, onlar Sen’i bilmiyorlar, Sen’i görmediler, görmüyorlar. Onların betimleyebildikleri, görebildikleri kadarıyla var satırlarında, benim kaderimde! Benden duymadıkça, işittiğin her iltifat mantıksızdır, saçmadır, asılsızdır. İşte bu yüzden, “Sen’in, benim Sen’i sevdiğim kadar sevilmek var kaderinde, benim yazdığım kadar varsın kalemde, şiirde, şarkıda, sözde…” O yüzden kendime kızdım şimdi, özür dilerim… Amacım Sen’i onların betimledikleriyle kıyaslamak değildi, zaten bildiğim tüm güzellerin belini kırdın kıyasta. Yine de onlar gibi olmak basit, birkaç söz karalayıp, kağıtları raflara koyup, Aşk’ı satmak basit… Ama Sen basit değilsin, Sen öyle birkaç sözle anlatılamazsın… Sen olmasaydın, ben onların dördüncüleri olurdum. Tomris Deniz olurdu Oğuzhan Deniz’inde.

Neyse, Sen bana aldırma. “Bitmeyen Aşk’ın hakkından yazmak gelirmiş.” Yazıyorum işte. Saçmalıyorum şiirlerce, yüzlerce, binlerce…

#OD | Sevgiliye Mektuplar * Yazdıkların bazen gerçekten hayal ürünü olabiliyor ve sorgulamamak imkansız.