Alarga Oğuz Gemisi

Onlar, kül oldular.
Onlar, yanıp değiştiler.
Onlar, rüzgarda savruldular.
Onlar, atmosfere karıştılar.
Onlar, bizim için artık yoklar.

Açıklarında demleniyorum kendimin, “alçakça olan” yüklerimi bıraktım az önce şu karaya. Buna “yok oluş” diyebilirsin veya başka bir “var oluş”. Ama sen buna kısaca “yokmuş” dersin. Ve aslında senin için hiç olmamış gibidir. Ve aslında nasıl baktığınla ilgilidir tüm bunlar, tüm kainata… evet, kainat ve içindekilere ne anlamlar yüklüyorsan aslında onlar “o” anlamlara bürünür. Artık bu tuhaf anlamların altında ezilmiyorum, Güneş Kavalyesi Oğuz Mumu’ydu ve tükeneceği belliydi başından… Ne var ki tükenmedi, zor da olsa öğrendi.

Kalp öğrenmekten acizdir, akıl bu yüzden vardır ve ama kalbe öğretmekten acizdir. Bunu öğrenmek epeyce uzun sürer ve zamanın yettiğince öğrenirsin… Ve sonunda, neresinden bakarsan bak hiç mantıklı değildir Aşk. Ve sonunda, neresinden hissedersen hisset hayatın amacıdır Aşk, birisine adanmak…

Şimdi tüm bu rastgeleliği hissettiğinde mantıksız, ve tüm bu rastgeleliğe baktığında mantıklıdır aslında hayat. Çünkü hayat bir deniz ve insan gemidir… Bu döngüde Aşk, güneşli havada çıkan fırtına gibi mantıksız ama en yakın karayı tercih ettirecek kadar mantıklıdır. Ve bile bile demir atarsın şu kirli topraklara şu fırtınaları aşıp… Ve nihayetinde öğrenirsin denizi, fırtınayı ve karayı… Ve en önemlisi kendini öğrenirsin… Bu gemi mumdan ve bu deniz alevden… Ve artık temiz topraklara dönme zamanı gelmiştir. Kendinden bir şeyleri yakmak uğruna umutla rotanı çevirirsin temiz topraklara.


Umut insanın aynasıdır!

Kıyıya az kaldı, Oğuz’dan az kaldı bu dünyaya… ne var ne yoksa yaktım bu denizde, birer birer attım mumdan kayığımdan alev denizine… Hiç üşenmedim, hiç korkmadım, tüm o anılar bir-bir yandılar ve ruhları atmosfere karıştı, muhtemelen bilmeden çekeceksin içine o hatırların dumanlarından birini.

Ve benden geriye sadece kül kaldı, sen değil! Oysa ben bunca şiiri senden bir şeyler kalması için yazmıştım. O zamanda umut vardı içimde, o zaman deniz mavi-yeşildi, tıpkı elbisen gibi. Tıpkı gözlerin gibiydi havanın esintisi, ve benden geriye sadece kül kaldı.

Hani şu saçlarının peşinde koşuşturan rüzgarlar var ya işte şimdi onlar yanan onca şiirin alevini savuruyor, hemen peşinde külleri… rüzgar nereye esiyorsa, ateş oraya, küller oraya! Ve buna bir tek Umut’um şahitti, bu yangını gördü…

Oğuz hâlâ üzgün budalası!

Hepsi bitti, bitti ama içimdeki boşluk dolmadı. Muhtemelen dolmayacak, bende doldurmak için bir şey yapmayacağım, öylece kalsın, boş, sessiz ve sakin. Ve o boşluğa hiç uğramayacağım, tozlanıp, yıllanacak ve saklı kalacak karanlıkta.

Oğuz hâlâ üzgün budalası, Oğuz içi dolu dışı boş budala. Oğuz, Oğuz işte, bildiğin, saçma-sapan Oğuz işte. Heyecanlarıyla, sorgularıyla, sana sımsıkı sarılmasıyla Oğuz işte. Ve Oğuz, üzgün! Evet, üzgünüm! Dünyanın bunca karmaşa ve kargaşasına rağmen sana yük olduğum için, anlamların altında ezdiğim için, ağlattığım için, kuşkularına ve keşkelerine neden olduğum için üzgünüm ve özür dilerim. Böyle olsun istemedim ama işte insan böyledir, böyle olsun istemez ama öyle yapar… Çünkü ne dünya gerçek, ne insanlar, ne hayat gerçek, ne yaşam! Hepsi bir bütünün dağılmış parçaları, bu parçaları yanlış topluyoruz, hatta yanlış olduğunu söyleyenlere yalanlar söyleyip kandırıyoruz. Hiç samimi değiliz, çünkü insan böyledir, hiç samimi değildir! Ve konu aşk yüzünden başka biriyle ilgiliyse, ağızları yalan kuyusu olur zaten ve işte insan tam olarak böyledir.

Oğuz hâlâ üzgün ama eskiden kurduğu hayalleri kurmaktan vazgeçti, çünkü o hayaller gerçekleştiğinde ne olacaksa, gerçekleşmeyince de olacak. Önünde-sonunda rüzgarın beyaz bir sayfa üzerindeki kumları süpürmesi gibi süpürülüp gideceğiz dünyadan. Ve burada giderken götüreceklerimiz işte şu iyi ve güzel anılar. Ve “bu” anıları çok sevsem de yanımda götüremem.

#OD | Bendeniz * Ve bir daha da kavuşamamışlar.