Mutluluğuna bir kaç kadeh daha,
içeçek kadar sarhoşum aşkından.
Ve söyle, seni bu adamdan fazla
kim sevebilir? Cevabın yok bu soruya.
Güneşe küssem ne fayda,
yağmura da can veren odur.
Yağmura küssen de fayda yok,
o...
Yağmur Sözlüğü;
Yine de üzüntüme denk yağar yağmur, bel-ki yeşerir en derin çöl bile, güz gelir. Doyar özlerim en nefti yeşile, bulut saklasa bile doğmuştur güneş.
Mutluluğuna bir kaç kadeh daha,
içeçek kadar sarhoşum aşkından.
Ve söyle, seni bu adamdan fazla
kim sevebilir? Cevabın yok bu soruya.
Güneşe küssem ne fayda,
yağmura da can veren odur.
Yağmura küssen de fayda yok,
o...
Aşkının yüzüme vurmuş çivileri gibi sıkıntısı da.
Avucuma bilmem kaç tane yağmur damlası,
aşkına da gücüm yetmez, Gururuma da.
İlkel bir avcının mızrağı gibi aşk, öyle can yakar.
Öyle gaiptendi sesin, zahiriydi...
İçi huzur dolu dere kenarı evler varya,
değirmeninden bal damlayan,
hayalime işledim tek-tek, her tuğlasını.
Hafızamda kaybolmadığına dua et.
Ve binlerce kez şükret,
yüzümde cinayet sakalı,
elimde suç...
Bak yarim, yine yazıyor yarin.
Hali vahim, meğer uzağın zahiri,
rüya olsa, 8 yıl mı sürerdi azab?
Aptalca yaşamaya devam ederim.
Çünkü aşk aptallığın özünde var,
şehir şebekesi gibi elektriği olan,
kalbimin ne zaman biter...
Üzgün bir kiyafetin var diyorlar,
onu taşımakta yürek ister ve güç.
Yüzünün hali ne hüzünlü diyorlar,
ve Bed bir daha gülümsemedi.
Adına kitaplar yazılacak kadarsın,
o kadar varsın gönlümde-ki, şuursuz.
Bu aşkta kadı kızı...
Ancak resimlerine bakabiliyorum,
dakika başı seferi olan bir tren bu.
Kapımdan içeri girsen, hoş gelsen…
Işıkları açabilirsin, görebilirim.
Ancak arkandan bakabilirim,
uzaklığın kadar görebilirim.
Ziyan olan tüm...
Öyle bir şeyden mahrum bıraktım-ki seni,
asla yalnız kalamayacaksın, ben varım.
Ve bilemeyeceksin, seni en çok seveni,
işte bu yüzden, tamamen kimsesizsin.
Ve bir gün, gönlün için yeniden değerlenirsem,
işte o zaman gönlüne...
Af dilemek istiyorum, boşa harcadığım,
her gün ve her dakika için zamandan.
Zamanın senden haberi olsaydı şayet,
akıp gitmeyi de bırakırdı, dururdu.
Sigarayı bir bırakıp bir başlıyorum…
O şekilde daha çok zarar veriyormuş...
Öyle imkânsızsın-ki, ihtiyarın gönlünde
kalan gençliği gibi, keşkeleri gibi, öyle.
Israrcılığı bir kenara bırakıp, unutamamanın
inadına unutsam seni, öyle imkansızken.
Bir saniyeni kaybetmek istemezken,
yılların nasıl azab...
Öğrenebildiğin kadarı ile sınırlı bilgi,
sinir bile öfkelenebildiğin kadar,
peki neden bu nefret, öldürecek kadar?
Sebebini söyle, intihar edeyim.
Aşk sevebildiğin kadarsa, insan,
nefes alabildiği kadar yaşamda.
Yüzüm de...
Önüme, imkansızlıkları sırala,
gönüle anlat sonra, yıllarca üstelik,
hem hiç durmadan konuş,
hem de en açıklayıcı biçimde, defalarca.
Sonsuzluk dedim adına, öyleydin…
Bir ara, benimsedim, soluksuzca,
her zerre...
Cemal Süreya’da anlatabildiği kadar yaşadı.
Ve anlatabildiği kadar yaşıyor aşk hala.
Basit dizelerden duyduğun kadar, basit.
Ucuz bir kalemin yazabildiği kadar basit.
Ne yazık, geçmişte yaşanmış aşk,
ne kalmış, gelecekle...
Ömür imkansızlıkların kovuğu,
Ömrüm boyunca bir damla yağmura,
bir damla neftî’ye muhtaçlığımdan,
bir dirhemde olsa vazgeçemeyeceğim.
Nedeni, herhangi bir nedeni yok,
çok özel bir resimsin, öyle bir siluet.
Zaten ne...
Çiselen, silkelen, sık elen,
sakaldan bozma yelem ve
gözümün bebeği bir dirhem,
bir çise yağmur, sıkı-sıkı elenen.
Küspelen, boşuna küsmeler,
hayatı aşka mahsuslar, üsteler,
üstelen, melunun yanakları elem,
yağmura bakma...
Kirli ellerin bahşişlerini toplayarak,
yaşıyor bir fahişe kuytularda hayatını.
Bahşettiğim aşka bak, bir de sana,
bir bana bak, bir de O’na bak.
Seni sahteliği ile sararken kolları,
ne mutlusun, ne güzel...
Keyfinin kaçıklığı mimiklerine yansır,
yansın Allah’ım her önüme çıkan el,
parçalansın bensiz geçen her gün.
Öyle bir an gelsin-ki an’lar dursun.
Yine de üzüntüme denk yağar yağmur,
bel-ki yeşerir en derin çöl bile...
Pekâla keyfiyetten aşk,
pekâla istediğimden acı, hüzün.
Ashan’ın lahzaya bıraktığı ahzan,
ya yerkabuğuma düşen bârân?
Gidersin ve haber alınamaz senden,
neredesin kimlesin diye meraklananlar,
değerin bir süreliğine...
Yalvarmak, yanan canının sızısı,
kurtuluş yok, dilden firar edenler,
icâb ettiğinden midir aşk?
Alkışla beni, kimse yazmadı adına bu kadar.
Kışlamın soğuk bir mevzisinde,
benzersiz bir şekilde görüntün, avucuma
resmini...
Üzüntümün çıplak gözle görülebilir hali,
çıplaklığına bile göz değdirmemişken,
nasıl kirletebilirsin bütün beyaz bulutları?
Peki nasıl öldürebildin, bütün damlaları?
Yağmur nasıl sessizleşti, sevgisizleşti?
Gel ve çakıl...
Saçımdan süzülüp, sakallarımın arasında,
gamzeme yuva yaptığını biliyorum yağmur.
Öyle serinsin ve mümkün mü değiştirmek?
Öyle güzelsin yağmur, aksini bilmiyorum.
Bildiklerim ve bilmediklerimin sefası,
cehaletimi örten yağmur...
Belirsizliğimden başka bir şey değilsin,
sana doğru giden bir yola saptım ben,
üstelik yolu yarıladım, nereden bakarsan bak,
sana doğru gelsem de, geri dönsem de, zarar.
Telefonundan çektiğin lansman
fotoğrafların mıydı yani...
Gökyüzünde-ki bütün bulutları,
avucuma sıkıştırıp, sen yaratabilirim.
Bunu yapmıyorsam, Yağmur,
asaletini kaybetsin istemiyorumdur.
Sende biliyorsun aslında kendini,
kimsesiz olduğunu çok iyi biliyorsun.
Korkuyorsun yalnız...
Konuşmaz hiçbir yağmur tanesi,
suskunluğa yemini vardır bel-ki.
En iyi bildiği şey, bir gün tekrar,
denize akıp gitmek yağmurun.
Buharlaşmak bel-ki de, yücelmek,
yükselmek dünyanın en yükseğine,
bu yüzden soğuktur bel-ki...
İnsanlar senden kaçıyorlar yağdığında,
damlaların bir bir intihar ederken,
âhu’nun da tehlikesi var, o insanlarca.
Yağmur’un hasta etme ihtimali var.
Ben korkmuyorum, bekliyorum orada,
sokak lambasının yanında...
Anlatmak, bu satırları yazmak.
Nereden bakarsan bak, basit gibi.
Mesele de bu, basit gibi görünüyor…
Hiçte öyle değil, seni anlatmak çok zor.
Sen, körlerin görmek isteyeceği ilk şey,
öyle olmalısın… Bu yüzden...