Ölmek üzere yaratılmadı Ruh’um, ölüm bedene,
kaç hasene Cennet?
Cehennem ne?
Rıza’yı da geç, her şey Allah için Azze ve Celle.
Kulaklarını kapattığından beri vicdanının sesine,
rahatça uyursun elbette, rahatça...
Ölmek üzere yaratılmadı Ruh’um, ölüm bedene,
kaç hasene Cennet?
Cehennem ne?
Rıza’yı da geç, her şey Allah için Azze ve Celle.
Kulaklarını kapattığından beri vicdanının sesine,
rahatça uyursun elbette, rahatça...
Şükürler olsun Râbb’a, sen ilhamıma bak,
şükrettiğimden var da sayfalar, ya aşıkların?
Bir güncük, seni görebilmek için bile yalvarmazlar,
işte bunu bildiğin halde gittin, ne diye anlamazsın?
Arıyorum-bulamıyorum, yine de...
Ne Cahilim, Âlim olsam, silerim aşkı silgisiz,
gövdem yanıktan izsiz, toprağındaydı nergis.
Onlar anlamasa da, ben anlatacağım seni hep,
anlamayanlar içinde sende olsan, yazacağım.
Zaten anlasaydın, bunca satırla olmaz...
Kudret Eli’yle yoğrulmuş çamurum,
Ruh’um Hûda bahşi, sevap bahşişi,
bahsi Aşk’tan, Şeytan buna nefsi kaftan.
Hayrı da belli, şerri de,
başka kim bildirir ki böyle?
Kibraya’dan niyaz eyle…
...
Grinin bile asil kıldığı Işık’sın, karanlığı saymam,
binlerce Yağmur yağsa, biri gözümden kaçmaz,
bu yüzden üstüm başım, Yağmur kokar durur,
hep kalacakmış gibi astın dar ağacına Çam Oğuz’u.
Kalbinde kaldığından...
Nereden bileyim deme,
nerede ilim de,
kilim ser o ayak sahibine,
ayak direme.
Ey Ulu Râbb’im,
gazabın Merhamet denizinin dışında kalan iğne ucu kadardır,
beni ve tüm inanan kullarını geniş rahmetinle mükâfatlandır.
...
Ben ‘gerçekliğini’ yazdığım için önemliyim,
bel-ki de ölmeliyim, öleceği için aşıkların önemsiz,
ben dev etekli dağın bağrına inen Ferhat’ın abisi,
gözyaşımdan içti de Mecnun, oldu Aşk’ın delisi.
Delirirdi...
Güneşten yangını,
ebedi tatmak var günahı,
toprak buna hediye.
Yok olmak bana hediye,
Cehennem o gün, ”Yok mu daha?” diye yakarır,
beni ve inanan aciz kullarını bu kavimden eyleme.
Toprak insanın mayasıdır,
toprak...
Sensin Aşk’mın Pandorası, kavanozu Oğuz’dur.
Kalbimde ölümsüz umutla ilham kanatlı kelebek.
Anlamadın mı? Ne bilirsin sen şiirden-ki,
sana ne yanlış bir hediyeyim şairlikle, Aşk yanlış.
Benden sonra Aşk’ı en çok...
DELİRMEK DEĞİL BU YAPTIĞIM,
DİRİLMEK.
Allah, beni yaratanın özel ismi şerifidir.
İsimlerinin tümünü ihtiva eder. Öyle yücedir, öyle uludur.
Rabb’im, Oğuz Kul’un günah çuvalıdır, cahiller...
Aşk’ını bitiremiyorum ya içimde bir türlü,
seni neden anlattığımı anlamıyorlar bir türlü,
anlamadıklarından bir türlü, teskin etmezler,
bilmezler-ki Aşk’ını unutturacak teselli de yok.
Senden başka herkesi Aşık edecek...
Ona da uzun-uzun bahsetmiştim Martılardan,
sonra uzun-uzun bakıp gölzerime boş ver demişti.
Sinmiştim gönlüme, gönlümde sonsuz Yağmur tanesi,
nasıl yaşadığıma hayret mi ediyorsun? Ben Aşığım.
Başım Sağ olsun da, içi doldu taştı...
Bak sensizliğime, nasıl hatırlatır yalnızlık,
beni sana terk etmiş Aşk başımın taşkını,
kimsem olmadığından yazdığımı sanırım,
aptallığımın da bir bedeli yok, Aşk yobazlığım.
Kaçtığın o umut budalası gözlerimden...
Farkındayım, kalbimde eskiyen sayfalar,
farklı değil kalem, yüzümde Aşk’tan elem.
Bir kelam daha senden; Ey Aşk’ın yüreği,
nasıl yaşanır sensiz Aşk’ın ahir efendisi…
Aşk’ın nergisi, sergisi kalbimde yaşanır...
Benimle birlikte yaşar Kutup Korsan Martı,
ayyaşlıkta Aşk’tan, Kutup’lukta Râbb’tan,
Aşk’ta Râbb’tan da, Aşk-ı Rabb’a olandan,
ne çirkinlik bekliyorsun ey Aciz Oğuzhan?
Nefsinden kurtulduğunda...
Yokluğuna inşaa ettiğim, sensizlik binası,
yedinci katındayım bu gökyüzü kafesimin,
nitekim, kalbine değmedikçe Oğuz Aşk’ı,
gökyüzüne tırmanmakta sadece buhar işidir.
Öyle zaten, buharlı tren gibi geliyorum ya,
kalbimde...
Bir köşeden izliyorsun kimsesizliğimi,
bir köşesindeyim sensizlik evrenimin,
kapısının önündeyim umut evinin,
bir tutam kalbim avuçlarında Aşk’ının.
Şimdi bu esaretten kurtulmanın zorluğu,
Oğuz’luğu yüreğinde...
Yetiş, Aşk peşin sıra yürümek, ölmek işim.
Öyle ya, boşuna yaratılmadı beden nimetim,
en kısa yoldan ölüme giderim, yolum Aşk,
ölüme gidene ‘Aşk’ nimet, bir bana kısmet.
Sabret, bitmeyen Aşk-ı İlmi ile...
Aşk, bir parça bizdir, geri kalan yük sensin,
Aşk, ne ağır bir yüktür, ben yük dilencisi,
nefese de ihtiyaç duymam, solumasan havayı,
bedene de ihtiyacım yok, gözlerine değmese.
Hevesten çıkar Aşk’ı, sade ben kalır...
Azılı bir katil gibi gönlüm, Aşk’tan silahlar,
patlayacaklar utanmasalar gururdan avuçlara,
avurtlarıma düşen üzüntü, dünyamın güzüdür,
yok olmuş yanaklarımda, Aşık adam görünür.
Bu seni güldürür, hiç gülmediğin kadar da...
Bir sene daha, sana göre tam bir sene,
gönül yangınımdan bu bana bir asır…
Bin asırdır kanser gönlüm, hesap ver,
bir asır daha, bir sen için, bin dirilmiş ben.
Delirmiş Ben, senin de işin değil artık Aşk,
yaşıma değer katan...
Gönlümün bahçesi, çöplük hatıralar doldu,
yangınlar gözlerimden dumanı, taşırır yaşı,
kışı yaşar dışım, içim Aşk’tan kalma yazı,
her şiir sonunda adım yazar, Aşk’ın hatrı.
Aşk’ından bahsetmek sadece benim...
Ölüme inatla çeken zamanı durduramam,
öyleyse Aşk’ı buna denk tutan beni düşün…
Düşünmekten seni, ‘keşke’ düşmez dilimden,
hesabı yapacak olan ellerin sahipleri de kör.
Aşk körlükten başka bir şey değildir, peki...
Korkarlar benden, ölümsüz Aşk’ı yazdığımdan.
Ölümsüzlük kusar güzelliğin, kutsal gözlerin,
bu yüzden kutsandı bedenim, ilham alıp şiire,
Aşk’ı yazdım sayfalarca, şiirlerimde kaldı adın.
Atıldığım bu dünya çukurundan...
İstemediğin kadar gerçeğim Aşk’ta,
dilimin kemiği yokta, en gerçeği anlatır,
senden daha gerçek bulut kusan yağmur,
bulutunda hırsı söner, bu Aşk’ın olamaz.
Meraklı değilim yangına, ayak izlerim...