Yazıyorum, bel-ki görüyorsun,
bel-ki hiç istemiyorsun bunları.
Olanları hazmetmek için gerekli,
canım çıkacaksa bile, böyle çıksın.
Eğer anlatmazsam kapı-duvar yüzleri,
özleri kadar karanlıktı yine yüzleri,
dinlettikleri...
Yağmur’dan ıslanmaktan kaçarken Yağmur Ağacı’na sığınılır mı? O’ndan kaçarken O’na gitmek Aşık’lık değil de nedir?
Yağmur Adam | Yağmur Kadın |
Yağmur Sözlüğü | Bergeron |
Israrziyan | Yağmur Sürgünü |
Yağmur Körü | Tel Örgü |
Yazıyorum, bel-ki görüyorsun,
bel-ki hiç istemiyorsun bunları.
Olanları hazmetmek için gerekli,
canım çıkacaksa bile, böyle çıksın.
Eğer anlatmazsam kapı-duvar yüzleri,
özleri kadar karanlıktı yine yüzleri,
dinlettikleri...
Kaçıncı bahsedişim senden,
bu bakımdan hiç kimsesizsin.
Bir bakıma, herkeslesin,
seğin nefî kalır, azâb-ı hûman.
Şahı mat eden neftîden,
Elâb-ı ziyan eder-ki sen,
dünden a’riyyet, ziyade gönül.
Öbür cân-ı kirletti...
Ele emanet etmedim seni, Allah’a…
İsyan etmedim O’na, o yaradan.
Bil-ki humusta yatanda farksız kîlden.
Dilden gelenin, gelmez bişi elinden.
Sövüp-saymanın manası yok,
bu sevdanın başımdan gideceği...
Yüküme bakmadan, öyle zor da olsa,
umursamadan çölü, kum fırtınasını,
kalan tek adımlık hakkımla bile,
kapına yürüdüm, sen ömürsün.
Ne Yağmur serinletti bu yangında,
ne rüzgarlar esti bu yolda,
bu uğurda neleri...
Pek bir şey kalmayacak bunları da yakarsam,
aklımı yakmanın bir kolayı olsa, ya da bozmanın,
bana ‘küçümsermiş’ gibi bakışının,
pek bir önemi yok, önemi anlamıyorsun.
Bütün bu sözleri ben icâd ettim,
seni...
İnancımdan fazlası var, bilen tek.
Hiç istemediğin halde neden hüzünlü,
bütün bitmişliğimin bir ümitlik işi varken,
asla istediğin de yağmaz yağmur.
Bunak bir aşığım 40 yıl sonra.
Bununla kalsa ne âla-Ak saçımla,
en aksi...
Ben gerçeğim, gelmiyorsun.
Emin değilim, gerçeklere,
gerçekler bile gerçek değiller,
Sen gerçek misin? Ben gerçeğim.
Sen değilsin de gözlerin gerçek,
Sen değilsin, masumluğun da.
Ben gerçeğim, gerçekler bile değil.
Ender...
Unutamıyorum, seni aklıma getiren
o çaresizliği de parçaladı martım.
Ben her haltım. Bedbahtım,
elinden bikâr, elemdeyim.
Zavallılığımı da yok etti martım,
ağlamayı da bıraktım, içmeyi de.
Saat 04:40 uyusan ne olur artık...
Anlatacaklarımı bitirmedim henüz,
böyle kısa olmayacak, birden bitmeyeceksin,
eziyette etsem kendime, sen kadar
değerli için, sömürdüm bütün duyguları.
Seni unutmayı başarsam bile,
bunu anlatmayı başarmam gerek,
kelimeleri...
İlk satırı yazarken yağmur yağıyordu,
İstemediğin kadar bekleyeceğim ve ben
deli gibi dizginlediğim gururdan put,
kıramadığım şeytanın bacağından.
Affa maruz kalırsam, kabullenirim,
bilgi, yüreğimi cesaretlendirir,
aşk...
Mutluluğuna bir kaç kadeh daha,
içeçek kadar sarhoşum aşkından.
Ve söyle, seni bu adamdan fazla
kim sevebilir? Cevabın yok bu soruya.
Güneşe küssem ne fayda,
yağmura da can veren odur.
Yağmura küssen de fayda yok,
o...
Aşkının yüzüme vurmuş çivileri gibi sıkıntısı da.
Avucuma bilmem kaç tane yağmur damlası,
aşkına da gücüm yetmez, Gururuma da.
İlkel bir avcının mızrağı gibi aşk, öyle can yakar.
Öyle gaiptendi sesin, zahiriydi...
İçi huzur dolu dere kenarı evler varya,
değirmeninden bal damlayan,
hayalime işledim tek-tek, her tuğlasını.
Hafızamda kaybolmadığına dua et.
Ve binlerce kez şükret,
yüzümde cinayet sakalı,
elimde suç...
Bak yarim, yine yazıyor yarin.
Hali vahim, meğer uzağın zahiri,
rüya olsa, 8 yıl mı sürerdi azab?
Aptalca yaşamaya devam ederim.
Çünkü aşk aptallığın özünde var,
şehir şebekesi gibi elektriği olan,
kalbimin ne zaman biter...
Üzgün bir kiyafetin var diyorlar,
onu taşımakta yürek ister ve güç.
Yüzünün hali ne hüzünlü diyorlar,
ve Bed bir daha gülümsemedi.
Adına kitaplar yazılacak kadarsın,
o kadar varsın gönlümde-ki, şuursuz.
Bu aşkta kadı kızı...
Ancak resimlerine bakabiliyorum,
dakika başı seferi olan bir tren bu.
Kapımdan içeri girsen, hoş gelsen…
Işıkları açabilirsin, görebilirim.
Ancak arkandan bakabilirim,
uzaklığın kadar görebilirim.
Ziyan olan tüm...
Öyle bir şeyden mahrum bıraktım-ki seni,
asla yalnız kalamayacaksın, ben varım.
Ve bilemeyeceksin, seni en çok seveni,
işte bu yüzden, tamamen kimsesizsin.
Ve bir gün, gönlün için yeniden değerlenirsem,
işte o zaman gönlüne...
Af dilemek istiyorum, boşa harcadığım,
her gün ve her dakika için zamandan.
Zamanın senden haberi olsaydı şayet,
akıp gitmeyi de bırakırdı, dururdu.
Sigarayı bir bırakıp bir başlıyorum…
O şekilde daha çok zarar veriyormuş...
Öyle imkânsızsın-ki, ihtiyarın gönlünde
kalan gençliği gibi, keşkeleri gibi, öyle.
Israrcılığı bir kenara bırakıp, unutamamanın
inadına unutsam seni, öyle imkansızken.
Bir saniyeni kaybetmek istemezken,
yılların nasıl azab...
Öğrenebildiğin kadarı ile sınırlı bilgi,
sinir bile öfkelenebildiğin kadar,
peki neden bu nefret, öldürecek kadar?
Sebebini söyle, intihar edeyim.
Aşk sevebildiğin kadarsa, insan,
nefes alabildiği kadar yaşamda.
Yüzüm de...
Önüme, imkansızlıkları sırala,
gönüle anlat sonra, yıllarca üstelik,
hem hiç durmadan konuş,
hem de en açıklayıcı biçimde, defalarca.
Sonsuzluk dedim adına, öyleydin…
Bir ara, benimsedim, soluksuzca,
her zerre...
Cemal Süreya’da anlatabildiği kadar yaşadı.
Ve anlatabildiği kadar yaşıyor aşk hala.
Basit dizelerden duyduğun kadar, basit.
Ucuz bir kalemin yazabildiği kadar basit.
Ne yazık, geçmişte yaşanmış aşk,
ne kalmış, gelecekle...
Ömür imkansızlıkların kovuğu,
Ömrüm boyunca bir damla yağmura,
bir damla neftî’ye muhtaçlığımdan,
bir dirhemde olsa vazgeçemeyeceğim.
Nedeni, herhangi bir nedeni yok,
çok özel bir resimsin, öyle bir siluet.
Zaten ne...
Çiselen, silkelen, sık elen,
sakaldan bozma yelem ve
gözümün bebeği bir dirhem,
bir çise yağmur, sıkı-sıkı elenen.
Küspelen, boşuna küsmeler,
hayatı aşka mahsuslar, üsteler,
üstelen, melunun yanakları elem,
yağmura bakma...
Kirli ellerin bahşişlerini toplayarak,
yaşıyor bir fahişe kuytularda hayatını.
Bahşettiğim aşka bak, bir de sana,
bir bana bak, bir de O’na bak.
Seni sahteliği ile sararken kolları,
ne mutlusun, ne güzel...